- 72 -
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ [1]* وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ * [2]
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ثَوَابَاتِ قِرَۤائَةِ حُرُوفَاتِ الْقُرْاٰنِ الَّتِى قَرَاْتُمُوهَا بِنِيَّتِنَا فِى رَمَضَانَ * [3]
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim,
Hafız Ali'nin bu defaki mektubunda çok mübarek duaları beni ve bizi en derin ruhumuzdan mesrur edip şükre sevk etti. Ve her musibetzedeye ve hüzün ve kederlere düşenlere, mânâ-yı işârîsiyle mededres ve halaskâr ve şifa ve medar-ı sürur olan اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ [4] ve اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا [5] her musibetzedeye baktığı gibi, bu geçen hastalık cihetiyle bize de baktığını yazıyor.
Evet, Hafız Ali o noktayı tam görmüş. Ben de tasdiken derim ki: Eğer o hastalık yirmi derece tezâuf etseydi, bizlere kazandırdığı neticeye nispeten yine ucuz düşerdi ve rahmet olurdu. Fakat Hafız Ali'nin kendi üstadı hakkında, benim haddimden pek çok ziyade isnat ettiği meziyet ve mâsumiyeti, onun mâsum lisanıyla hakkımda medih olarak değil, belki bir nevi dua olarak tasavvur ediyoruz.
Hem Hafız Ali'nin, Sav gibi yerler, karyeler ve Isparta birer medrese-i Nuriye hükmüne geçmesi ve Risale-i Nur'un sadık şakirtleri harikulâde olarak günden güne yükselmeleri ve tenevvür etmeleri, bizleri, belki Anadolu'yu, belki âlem-i İslâmı mesrur ve müferrah eden bir hakikatli haber telâkki ediyoruz.