çekinmeyerek deriz. وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ بِأَنَّ لَهُمْ مِنَ اللهِ [1] cümlesi, şedde sayılmak cihetiyle, makam-ı cifrîsiyle bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihini göstermekle, bu asrımızın, tam bulunduğumuz bu senesine bakarak ehl-i imana bir büyük ihsanı var diye, mânâ-yı remziyle haber veriyor.
Biz bakıyoruz, bu zamanda en büyük ihsan imanı kurtarmaktır. Ve görüyoruz, imanı harika burhanlarla kurtaran, başta, Risale-i Nur'dur.
Demek, bu zamana nisbeten bir فَضْلاً كَبِيرًا [2] da odur. Bu işareti kuvvetlendiren şudur: فَضْلاً كَبِيرًا daki فَضْلاً kelimesi, dokuz yüz altmış (960) edip, Risaletü'n-Nur'un bu ismi, izafeden tavsif tarzına geçmekle, Risaletü'n-Nuriye olup makamı olan dokuz yüz altmış iki (962) adedine mânidar iki farkla tevafuku, onun başına remzen ve imâen parmak basmasıdır.
İlâhî, yâ Rab! Sen Risale-i Nur'u ve Risale-i Nur Müellifi Üstadımız Said Nursî'yi ve Risale-i Nur talebe ve şakirtlerini ve mensuplarını, muhafaza-i hıfzında ve kal'a-i İlâhiyen içinde muhafaza ve emin eyle. Âmin. Ve hizmet-i Kur'ân ve imanda sabit ve daim eyle. Âmin. Ve bu kudsî hizmetlerinde, muvaffakiyetlerle yardım ve muâvenetler ihsan eyle. Âmin. Ve Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân-ı Azîmüşşânın sırr-ı âzamına, marifetullah, muhabbetullah ve muhab-bet-i Resulullah sırr-ı kudsîsine; ve حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ [3] sırr-ı uzmâsına; ve rızâullah ve rüyet-i cemâlullah lûtuf ve ihsanına mazhar eyle, yâ Rabbe'l-Âlemîn!