bulunuyor veya maraz-ı kalbî var. O dahi, ehl-i dalâlet gibi, ehemmiyetsiz şeylere ziyade ehemmiyet verir. Lâkin çabuk kusurunu anlar, istiğfar eder, ısrar etmez.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَۤا اِنْ نَسِينَۤا اَوْ اَخْطَاْنَا * [1]
BEŞİNCİ MESELE
Mühim bir sırr-ı âyet:
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, mecmûu mu'cize olduğu gibi, her bir sûresi dahi bir mu'cize, hattâ pek çok âyetlerin herbirisi birer mu'cize veya bir lem'a-i i'câzı gösterir bir tarzdadır. Meselâ, Sahâbeden bahseden âhir-i Sûre-i Feth olan âyeti, ki مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ [2] dan başlar, bütün huruf-ı hecâiyeyi tazammun etmekle beraber, Sahabenin tabakat-ı meşhuresinin—ki Ashâb-ı Bedir, Şühedâ-i Uhud, Ashâb-ı Suffa, Ehl-i Bîat-ı Rıdvân gibi şöhretgîr-i âlem tabakatın—esmâsının adedine işaret ediyor. Ve şu âyetten evvelki هُوَ الَّذِۤى اَرْسَلَ رَسُولَهُ [3] âyeti, altmış üç harf olduğundan, ömr-ü Nebeviyyeye işaret ettiği gibi, bahsettiğimiz âyetle beraber Ashab-ı Bedir ve Suffa ve Uhud ve Ehl-i Beyt-i Nebevînin adedini gösterir. İşte, âhirdeki âyetin adedi iki yüz altmıştır. Ashab-ı Bedir, şühedâ-yı Uhud'la beraber, Bedirle Uhud şühedâsından bulunan bir tek sayılmak, hem isimleri bir olanlar bir sayılmak şartıyla, iki yüz altmıştır.
Aynı âyetteki hurufat gibi Ashab-ı Bedir, Ashab-ı Suffa ile söylediğimiz şartla beraber, iki yüz altmış dört eder. Âyetten dört fazladır ki, Hulefa-yı Erbaa veya Hamse-i Âl-i Abâdan dördüne işaret vardır. Âyette herbir harfin ne kadar