O küçük rüyanın tâbiri, muhterem Üstadıma aittir. Ve arzusuna bağlıdır. Bu defa mânevî mahrumiyetin uzaması, beni cidden müteessir etmişti. Sabra gayret ettim; fakat gariptir ki, bu mübarek mektubun bura postahanesine vürudu gününün sabahında اِنَّ اللهَ مَعَ الصَّابِرِينَ [1] emr-i celîlinin kuvvetine dayanarak tahammül etmekte olduğumu, fakat meraktan da hasbelbeşeriye kurtulamadığımı nâtık küçük bir mektubu, uhrevî kardeşimiz Hakkı Efendiye göndermiştim.
Bu nurlu mektubun başını işgal eden beş nükteli İkinci Lem'a, başıma tokmak vurarak: Ey biçare, sabırdan bahsetmek sana yakışır mı? Gözünü aç da Hazret-i Eyyûb aleyhisselâmın sabrına bak! Aklın varsa, o Peygamber-i Zîşânın (a.s.) sabırdaki kahramanlığını taklide çalış. Ve korkunç manevî yaralarından kurtulmak için رَبِّ اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ [2] duasını vird-i zebân et, diye tenbih ve ikazda bulunduğuna yakîn hasıl ettim. Elhamdü lillâh dedim.
Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Birinci Remzinin Birinci Makamının Birinci Bâbı, mu'cizât-ı Ahmediyenin en büyüğü ve kıyamete kadar i'câzının devam edeceğine şüphe olmayan Kur'ân-ı Kerîmin, otuz cüzünden otuzuncu, yüz on dört sûresinden yüz onuncu, lâfız itibarıyla küçük, fakat makam ve mânâ itibarıyla âli ve şümullü Sûretü'n-Nasr'daki çok mühim sırlardan muazzez ve muhterem Üstadımız vasıtasıyla zahir olan tevafukata münasebetli birtek sırrından beyan buyurulan üç mesele, bana öyle bir kanaat getirdi ki, bu küçük sûrenin üç âyetinden sülüs ve tamamında otuz cüz Kur'ân'a, hattâ her harfinde bir sûreye işaret ve delâlet mevcut olduğunu cezmettim.
Bu nuranî mektup hakkındaki muhtasar tahassüsâtımı âcizane yukarda arz ettim. Feyz menbaına maddeten ve mânen çok yakın olan kardeşlerime, şu perişan ifâdâtım kapı açmak ve buradan içeri geçmeye sizler lâyıksınız, diyecek kadar fâide-bahş olduğu hakkındaki emirlerinizden çok sevindim.