şekilde, bâsıra, sâmia, zâika, lâmise, şâmme gibi havass-ı zâhirînin istiâb ettikleri mânevî sahalara nisbetle, nihayet derecede küçük bir dimağımda yerleştikleri halde, yekdiğerine karışmayarak, biri diğerinin vazifesine müdahale etmeyerek, ayrı ayrı vazifelerde, ayrı ayrı dairelerde gayet muntazam çalıştıklarını ve hattâ etıbbânın bile senelerce tahsil ederek içinden çıkamadıkları vücud-u beşerin herbir kısmının, herbir uzvunun inceliklerini görüyor. Bu derece rahmetle tanzim edilen, bu kadar muhtelif vezaifle çalıştırılan, bu muhayyirü'l-ukul makinayı temaşa eden ruh, bu makina üzerindeki derece-i mâlikiyetini düşünüyor. Hükmünün hiçbir uzva tesir etmediğini görünce, sığınacak bir yer, iltica edecek bir mahal, perverde edilecek bir varlık arıyor. İşte o vakit bu kadar rahmetiyle perverde eden Hallâk-ı Azîme karşı secde-i şükrana kapanarak ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor. Bütün dertlerini döküyor. Onun, yalnız onun lütf u keremine iltica ederek affolunmak, dünyada olduğu gibi ukbâda da sevdikleriyle birlikte vaad ettiği Cennette bulundurulmasını istiyor ve yalvarıyor.
Ahmed Hüsrev
• • •
- 161 -
Re'fet Beyin fıkrasıdır.
Aziz ve muhterem Üstadım Efendim,
Geçen hafta aldığım mektupta, "Senin ve Şerif Efendinin ifadeleri kısadır; birşey anlaşılmıyor. Tenkit mi, takdir mi?" buyurdunuz. Bütün eserlerinizi takdir ve kemâl-i istihsanla karşıladığımız malûm-u âlileridir. Esasen tenkit edecek kudret-i ilmiye değil bizde, Türkiye ulemasında olmadığı, hâdisatla sâbittir.
Sinn-i sabavetinizde şark ulemasını ilzam etmeniz ve ondan sonra İstanbul'a gelerek bilumum ulemanın nazar-ı takdir ve hürmetini celb etmeniz, bu hususu