olduğuna delâlet eder. اِلَيْكَ [1] 'deki zamirin ism-i zâhire tercih sebebi, Kur'ân ve Kur'ân'a ait hususat hususunda Hazret-i Muhammed (a.s.m.) yalnız muhatap olup, kelâm, Allah'ın kelâmı olduğuna işarettir. Bu kelâmın îcaz derecesi, şu zikredilen letâiften anlaşıldı.
وَمَۤا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ [2] Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o teşvikten sâmileri imtisâle sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor.
Bu cümlenin mâkabliyle nazmına dair "dört letaif" vardır.
1. Bu cümlenin mâkabline atfı, medlûlün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki:
"Ey insanlar! Kur'ân'a iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sâbıkaya da iman ediniz. Çünkü Kur'ân, onların sıdkına delil ve şahittir."
2. Yahut o atıf, delilin medlûle olan atfıdır. Şöyle ki:
"Ey ehl-i kitap! Geçmiş olan enbiya ve kitaplara iman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile Kur'ân'a da iman ediniz. Zira onlar, Hazret-i Muhammed'in (a.s.m.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitaplarının sıdkına olan deliller, hakikatiyle, ruhuyla Kur'ân'da ve Hazret-i Muhammed'de (a.s.m.) bulunmuştur. Öyleyse, Kur'ân Allah'ın kelâmı ve Hazret-i Muhammed (a.s.m.) de resulü olduğunu tarik-i evlâ ile kabul ediniz ve etmelisiniz."
3. Zaman-ı Saadette Kur'ân'dan neş'et eden İslâmiyet, sanki bir şeceredir. Kökü Zaman-ı Saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı hayat menbalarından kuvvet ve hayat alarak her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semâsına kadar uzanarak âlem-i beşere maddî ve mânevî semereleri yetiştiriyor.