﴾ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿ [1] Bu kelâmın mâkabliyle nazmını îcab ettiren münasebet ise:
Namaz عِمَادُ الدِّينِ [2] yani dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekât da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür. Demek, birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.
Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:
1. Sadakayı vermekte israf olmaması.
2. Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması.
3. Minnetle in'âmın bozulmaması.
4. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi.
5. Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle, ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi.
6. Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette değil, hâcât-ı zaruriyesinde sarf etmesi lâzımdır.
Kur'ân-ı Kerim bu şartları, bu nükteleri insanlara sadaka olarak ihsan ve ihsas etmek için يُزَكُّونَ [3] veya يَتَصَدَّقُونَ [4] veyahut يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ [5] gibi îcazlı bir ifadeyi terk edip, وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ [6] gibi itnablı bir cümleyi ihtiyar etmiştir.
1. Teb'îzi ifade eden مِنْ israfın reddine;
2. مِمَّا 'nın takdimi, sadakanın kendi malından olduğuna;