zikredilen deliller, burhanlar, hücuma gelen şek ve şüpheleri def ile, Kur'ân'ın o gibi lekelerden münezzeh olduğunu ilân eder. Ve lisan-ı haliyle şu şiiri okutur:
وَكَمْ مِنْ عَائِبٍ قَوْلاً صَحِيحًا وَاٰفَتُهُ مِنَ الْفَهْمِ السَّقِيمِ * [1]
Yani, "Kur'ân'da ta'yip edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur'ân gibi sahih kavilleri tayip etmek, ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor."
Ve keza, zarfiyeti ifade eden فِى tâbiri, Kur'ân'ın sathına ve zâhirine konan şek ve şüphe varsa, içerisindeki hakaik ile def edilebileceğine işarettir.
Arkadaş! Tahlil vasıtasıyla terkibin kıymetini ve küll ile cüzler arasındaki farkı idrak edebildiysen, bu misallerdeki kuyud ve hey'âta dikkat et. Ve o kelimelerden nebean eden zülâl-i belâgati ve kevser-i fesahati doyuncaya kadar iç, "Elhamdülillâh" de.
S - الۤمۤ * ذٰلِكَ الْكِتَابُ لاَرَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ [2] âyet-i kerimesinin cümleleri, atf ile birbiriyle bağlanmamış olması neye binaendir?
C - O cümleler arasındaki şiddet-i ittisal, bağlılık ve sarılmaktan bir ayrılık yoktur ki, birbiriyle bağlanmaya lüzum olsun. Zira, o cümlelerin herbirisi, arkadaşlarına hem babadır, hem oğul; yani, hem delildir, hem neticedir.
Evet, الۤمۤ lisan-ı haliyle hem muarazaya meydan okur, hem mu'ciz olduğunu ilân eder. ذٰلِكَ الْكِتَابُ [3] hem bütün kitaplara fâik olduğunu tasrih eder, hem