Çünkü melâikenin bir kısmı insanları hıfzediyor, bir kısmı kitabet işlerini görüyor. Demek insanlarla alâkaları ziyade olduğundan, insanların ahvâline ehemmiyet veriyorlar.
اِنِّى [1] melâikenin, اَتَجْعَلُ [2] ile yaptıkları istifhamdan anlaşılan tereddütlerini reddetmekle, meselenin azamet ve ehemmiyetine işarettir.
اِنِّى Burada ى mütekellim-i vahde ile, وَاِذْ قُلْنَا [3] da mütekellim-i maalgayr zamirinin zikirlerinden şöyle bir işaret çıkıyor ki: Cenâb-ı Hakkın halk ve icad fiilinde vasıtanın bulunmadığına, kelâm ve hitabında vasıtaların bulunduğuna işarettir. Bu nükteye delâlet eden başka âyetler de vardır. Ezcümle,
اِنَّۤا اَنْزَلْنَۤا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَۤا اَرٰيكَ اللهُ * [4]
âyet-i kerimesinde azamete delâlet eden نَا zamîr-i cem'î, vahiyde vasıtanın bulunduğuna işaret olduğu gibi, بِمَۤا اَرٰيكَ اللهُ [5] de müfred hükmünde olan Lâfza-i Celâl, mânâları ilham etmekte vasıtanın bulunmadığına işarettir.
جَاعِلٌ [6] kelimesinin خَالِقٌ [7] kelimesine tercihen zikri: Melâikenin medâr-ı şüphe ve mûcib-i istifsarları, halk ve icad fiili değildir. Zira vücut, hayr-ı mahzdır. Halk, Allah'ın fiilidir; Allah'ın fiili, lâyüs'eldir. Ancak melâikeyi şüpheye dâvet eden ve istifsarlarına mûcip olan, جَعْل 'dir. Yani, Cenâb-ı Hakkın, beşeri, arzın tamirine tahsis etmesidir.