"Eşya ve ahkâm, sizin malûmatınıza münhasır değildir. Adem-i ilminiz, onların vücuda gelmeyeceklerine sebep olamaz. Benim, beşerin hilkati hakkında bir hikmetim vardır; o hikmetin hâtırası için, fesatlarını nazara almam." ferman etmiştir.
Cümlelerin heyet ve nüktelerine geldik:
﴾ وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ [1] ﴿ ilâ âhir. Atfı ifade eden bu وَ münasebet-i atfiyenin iktizasına binaen وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ cümlesine mâtufun-aleyh olmak üzere اِذْ خَلَقَ مَا خَلَقَ مُنْتَظَمًا [2] cümlesinin takdirine işarettir.
Ve keza اِذْ zaman-ı mâziyi ifade ettiği cihetle, sanki zihinleri, geçmiş zamanların silsilesine götürür veya o silsileyi bu zamana getirir, ihzar eder ki, zihinler, o zamanlarda vukua gelmiş olan hadiseleri görsünler.
رَبُّكَ [3] Bu tâbir, melâikenin aleyhine bir hüccet ve bir delildir. Yani, "Allah seni terbiye etmiştir, hadd-i kemale eriştirmiştir ve seni beşere mürşid kılmıştır ki, fesatlarını izale edesin. Demek, nev-i beşerin en büyük hasenesi sensin ki, onların mefsedetlerini setrediyorsun."
لِلْمَلٰۤئِكَةِ [4] Cenâb-ı Hakkın müşavere şeklinde melâike ile yaptığı muhavere, melâikenin beşer ile fazla bir irtibat ve alâka ve münasebetleri olduğuna işarettir.