emrettiği gibi, insan küçük bir cisim ise de, büyük âlemi içine alacak kadar büyüktür. Öyleyse cüz'î istifadesi küllî olur; öyleyse abesiyet yoktur.
İKİNCİ MESE'LE: ثُمَّ [1] hakkındadır.
Ey arkadaş! Bu âyet, arzın semadan evvel yaratılmış olduğuna delâlet eder ve وَاْلاَرْضُ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَا [2] âyeti de semâvâtın arzdan evvel halk edildiğine dâldir. Ve كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا [3] âyeti ise ikisinin bir maddeden beraber halk edilmiş ve sonra birbirinden ayırd edilmiş olduklarını gösteriyor.
Şeriatın nakliyatına nazaran, Cenâb-ı Hak bir cevhereyi, bir maddeyi yaratmıştır, sonra o maddeye tecellî etmekle bir kısmını buhar, bir kısmını da mâyi kılmıştır. Sonra mâyi kısmı da, tecellîsiyle tekâsüf edip zebed (köpük) kesilmiştir. Sonra arz veya yedi küre-i arziyeyi o köpükten halk etmiştir. Bu itibarla, herbir arz için hava-i nesîmîden bir sema hasıl olmuştur. Sonra o madde-i buhariyeyi bast etmekle yedi kat semavatı tesviye edip yıldızları içine zer'etmiştir ve o yıldızlar tohumuna müştemil olan semavat, in'ikad etmiş, vücuda gelmiştir.
Hikmet-i cedidenin nazariyatı ise şu merkezdedir ki: Görmekte olduğumuz manzume-i şemsiye ile tâbir edilen güneşle ona bağlı yıldızlar cemaati, basit bir cevhere imiş. Sonra bir nevi buhara inkılâp etmiştir. Sonra o buhardan, mâyi-i nârî hasıl olmuştur. Sonra o mâyi-i nârî, burudetle tasallûb etmiş, yani katılaşmış; sonra şiddet-i hareketiyle bazı büyük parçaları fırlatmıştır. O parçalar tekâsüf ederek seyyarat olmuşlardır; şu arz da onlardan biridir. Bu izahata tevfikan, şu iki meslek arasında mutabakat hasıl olabilir. Şöyle ki:
"İkisi de birbirine bitişikti, sonra ayrı ettik" mânâsında olan كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا [4]'nın ifadesine nazaran, manzume-i şemsiye ile arz, dest-i