ve sıdkına bağlıdır. Eğer nübüvvet de delil-i naklî ile ispat edilirse, muhal lâzım gelir. Bunun için, Kur'ân-ı Kerim, tevhid ile nübüvveti delâil-i akliye ile ispat etmiştir. Amma haşir meselesinin hem aklî, hem naklî delillerle ispatı sahihtir.
Delil-i aklî ile ispatı, وَبِاْلاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ [1] âyet-i kerimesinin bahsinde beyan edilmiştir. Hülâsası: Vücutlarında şek ve şüphe olmayan nizam, rahmet ve nimet, ancak ve ancak haşrin gelmesiyle ve ikinci bir hayatın tahakkuku ile nizam, rahmet, nimet olabilirler. Eğer haşir gelmezse ve ikinci bir hayat tahakkuk etmezse, bunları esmâü'l-ezdaddan addetmek lâzım gelir.
Delil-i naklî ise: Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan ile bütün enbiya, haşrin geleceğine ittifak etmişlerdir.
Aklî ve naklî deliller ise: Fahreddinü'r-Râzî'nin tefsirinde, bu kabil delilleri bildiren âyetler beyan edilmiştir. Hülâsa, bilhassa hayvanat ve nebatatta dâima vukua gelen haşirlere dikkat edip teemmül eden adam, elde edeceği müteferrik emarelerle haşrin vukuuna, hads ile, yani bir sür'at-i intikal ile hükmedecektir.
Şimdi bu âyetin cümlelerini biribirine bağlayan münasebetlere gelelim.
Evet, bu âyetin cevherlerini nazmeden ve cümlelerinin silsilesine medar-ı bahis olan nokta, "saadet"tir. Şöyle ki:
Saadet-i ebediye, iki kısımdır.
Birinci ve en birinci kısmı: Allah'ın rızasına, lütfuna, tecellîsine, kurbiyetine mazhar olmaktır.