﴾ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ [1] ﴿ Bu cümle, "Biz istersek, Kur'ân'ın mislini yaparız" diye evvelce sarf ettikleri sözlerine işarettir.
Ve keza, onların yalancı olduklarına bir târizdir. Yani, "Sıdk erbabı değilsiniz, ancak safsatacı adamlarsınız. Evet, siz hakkı talep ederken rayb, şüphe kuyusuna düşmediniz. Ancak rayb, şek ve şüphelere koşarken içine düşmüş kafasız adamlarsınız."
İhtar: اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ cümlesinin cezaü'ş-şartı, mâkablinin hülâsasıdır. Takdir-i kelâm:
اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ Yani: "Sözünüzde sadık olsaydınız, yapacaktınız."
﴾ فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ * [2] ﴿
Arkadaş! اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ cümlesi, onların aleyhine bir kıyas-ı istisnaîyi tazammun etmiştir. O kıyasın sûret-i teşekkülü: "Eğer sadık olsaydınız, yapacaktınız. Lâkin yapamadınız; öyleyse sadık değilsiniz." Fakat Kur'ân-ı Kerim, mukaddeme-i istisnaiye yerinde, yani "Lâkin yapamadınız"a bedel, فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا [3] ilâ âhir cümlesini, şekki ifade eden اِنْ ile söylemiştir. Bunun esbabı ise, onların, "Yapacağız" diye ettikleri zannı bir derece okşamak içindir.
Ve keza, o kıyasın neticesi olan "Sadık değilsiniz" yerine de, o neticenin üçüncü derecede lâzımının illeti olan فَاتَّقُوا النَّارَ [4] söylemiştir. Takdir-i kelâm: "Eğer sadık olsaydınız, yapacaktınız. Lâkin yapamadınız. Öyleyse sadık değilsiniz. Öyleyse hasmınız olan Resul-i Ekrem sadıktır. Öyleyse Kur'ân, mu'cizdir.