İkincisi: Muarazayı destekleyip şehadet edenlerdir. Bu ihtimale nazaran, onların, "Biz muarazaya girişsek bizi destekleyen, şehadet eden yoktur" diye gösterdikleri bahaneyi de Kur'ân-ı Kerim, müsaade vermek suretiyle "Haydi, şahitlerinizi de çağırınız, sizi takviye etsinler" diye, o bahaneyi de yalana çıkartmıştır.
Üçüncüsü: Âlihe mânâsınadır. Bu mânâya nazaran, sanki Kur'ân-ı Kerim onlara karşı, "Yahu, bu kadar taptığınız ilâhlarınız varken, böyle dar ve sıkıntılı bir vaktinizde niçin onlardan yardım istemiyorsunuz? Onları çağırınız ki, bu muaraza belâsından sizi kurtarsınlar!" diye bu cümle ile onlara tehekküm etmiş, yüzlerine gülmüştür.
﴾ شُهَدَۤاءَكُمْ [1] ﴿ İhtisası ifade eden şu izafe, شُهَدَۤاءَ [2] kelimesinin her üç mânâsına da bakar. Şöyle ki:
1. Madem ki büyük edip ve hocalarınız vardır, tabiî aranızda irtibat, hürmet ve muhabbet vardır. Ve yanınızda hazır olup, gaip de değillerdir. Eğer onların bu dehşetli muarazaya kudretleri olsaydı, herhalde yardım edeceklerdi. Demek, onlar da sizler gibi âcizdirler, kusurlarına bakmayınız!
2. Muarazada sizleri destekleyecek, şehadet edecek her kim olursa olsun kabul ederiz, çağırınız. Amma onlar, böyle bedîhü'l-butlan bir dâvâda yalan şehadete cesaret edemezler.
3. Mâbud ittihaz ettiğiniz âliheleriniz nasıl size yardım etmiyorlar? Onları da çağırınız, bakalım. Fakat onlarda can yok, şuurları da olmadığı gibi, hiçbir şeye de kàdir değillerdir. Onları da mâzur görünüz!
﴾ مِنْ دُونِ اللهِ ﴿ Yani, "Allah'tan maada." Bu kayıt, şühedanın birinci mânâsına göre tâmimi ifade eder. Yani, "Allah'tan maada, dünyada ne kadar erbab-ı fesahat varsa çağırınız." Şühedanın ikinci mânâsına nazaran, aczlerine işarettir. Çünkü bir meselede âciz ve mağlûp olan, yemin eder, şahitleri gösterir. Bu, âcizler için bir usuldür. Şühedanın üçüncü mânâsına göre, onların Resul-i Ekrem ile muarazaları, âdeta, şirk ile tevhid veya cemâdât ile Hâlık-ı Arz ve Semavat arasında bir muaraza olduğuna işarettir.