peydâ olduğuna ve zulmetin âni hücumundan tiksinerek ayağa kalkıp kaçanlar gibi, bellerini doğrulttuklarına işarettir.
﴾ وَلَوْ شَۤاءَ اللهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ [1] ﴿ Bu cümledeki kelimelerin işaretlerine gelince:
Evvelki cümlelerde gözlerini kör, kulaklarını sağır etmek şânında olan esbap zikredildikten sonra, bu cümlede müsebbebatı, meşiet-i İlâhiye ile bağlar.
Sonra, evvelki cümlelere atfeden و harfi, esbabın perdesi altında tasarruf eden ve bütün esbap ve illetler üzerinde murakebe eden bu kudretin, ancak nazar-ı hikmet olduğuna işarettir.
لَوْ [2] Bu kelimenin tazammun ettiği kıyas-ı istisnaî şöyle tasvir edilebilir: Meşiet-i İlâhiyenin olmaması; zehab-ı sem' ve basarın olmamasına illettir. Zehab-ı sem' ve basarın olmaması da meşietinin olmadığını bildirmeye bir delil ve bir illettir. Ve keza meşiet-i İlâhiyeden mâadâ bütün esbap tekemmül etmiş de olsa, ancak meşiet-i İlâhiyenin taallûkuyla göz ve kulaklarının işi bitmiş olacağına işarettir.
شَۤاءَ [3] tabiri, müsebbebatı esbapla bağlayan, meşiet ve irade-i İlâhiye olduğuna delâlet eder. Öyleyse tesir kudretindir. Esbab ise, kudretin, nazar-ı zahirîde umur-u hasise ile mübaşereti görünmemesi için vaz edilmiş perdelerdir.
اَللهُ Lâfza-i Celâlinin sarahatle zikri, halkı fazlaca esbaba ehemmiyet vermekten zecir ve men etmekle, esbabın perdesi altında tasarruf eden yed-i Kudreti görmeye fikirleri dâvet eder.