Evvelâ, bu cümle yine müste'nife olup, mâkabliyle alâkadar değildir. Ancak, sâmiin hatırına gelen şu suali cevaplandırıyor.
Sual: Onların musibeti tebeddül ve taaddüd ettikçe, acaba her iki hâlette halleri nasıl oluyor?
Elcevap: "Şimşeğin ziyasıyla yolları göründüğü zaman yürürler, zulmet çöktüğü zaman dururlar" diye Kur'ân-ı Kerim şu cümle ile samiin o şüphesini izale etmiştir.
Sual: كُلَّمَا istiğrak ve istimrarı, yani umumiyet ve devamı ifade eden bir edattır. اِذَا ise ne umumiyeti ve ne devamı ifade etmez. Bu itibarla şimşeğin ziyalandırmasında كُلَّمَا 'nın, zulmetin çöktüğünde اِذَا 'nın kullanılması neye binaendir?
Elcevap: Onların ziyaya fazlaca hırs ve ihtiyaçları olduğu için en az bir ziyayı bile fırsat bilip kaçırmak istemediklerine işareten ziya üzerinde كُلَّمَا istimal edilmiştir.
Sebebiyet ve menfaate delâlet eden اَضَۤاءَ لَهُمْ [1] deki ل harfinden anlaşılır ki, bayılmak üzere olan bir musibetzede nefsine ait şeylerden mâadâ hiçbir şeyi düşünmez. Hattâ kudret-i İlâhiyenin binlerle hikmetleri için kâinatta neşrettiği ziyanın menfaati, tamamen kendisine ait olduğunu ve kendisi için gönderildiğini zanneder.
Ziyanın adem-i devamı yüzünden sür'atli bir yürüyüşle yollarına devam etmeleri mukteza-yı hal ve makam iken, süratsiz, âdi bir yürüyüş ifade eden مَشَوْا [2] tabiri, musibetin şiddetinden neş'et eden zafiyet yüzünden, sür'at-i seyre kàdir olamadıklarına işarettir.