menfaatlerini görmüyorlar ki, celp ve muhafaza etsinler. Tehlikeleri görmüyorlar ki, içtinap etsinler. Arkadaşlarını görmüyorlar ki, bir parça ferahlasınlar. Sanki herbirisi tek başıyla o zulmet içinde kalmışlardır.
﴾ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْىٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ [1] ﴿ Yani, "Sağır, lâl, kör şahıslar gibi o zulmetten çıkıp kurtulamazlar." Bu cümlede bulunan sıfât-ı erbaa, münafıklarla ateş yakanlar arasında müşterek olup, her iki taraftan haber verir, vaziyetlerini bildirir, âyine gibi hallerini gösterir.
İşte, ateş yakanlara karşı işârâtı şöyledir: Böyle bir zulmete düşen bir adam, evvelen kendisini kurtaracak bir sese kulak verir, etrafı dinler. Lâkin gecenin sessiz ve lâl olması, o adamın sağırlığını intaç etmiştir. Sonra yardımına gelecek bir adamı çağırmak ister. Lâkin gecenin sakit ve sağırlığı, onun lâl olmasına sebep olmuştur. Sonra yolunu bulmak ümidiyle bir alâmet, bir nişan arar. Fakat gecenin ziyasızlığı ve körlüğü, onun körlüğünü mucip olmuştur. Sonra bu zulmetten kurtulmak için, evvelki yerine avdet etmek ister. Fakat kapılar bağlanmış, rücua imkân kalmamıştır. Bataklığa düşen adam gibi titredikçe batar. Battıkça zulmette kalır.
Münafıklara nazır ciheti ise: Evet, münafıklar küfür ve nifak zulmetine düştükleri zaman, onların dört cihetle kurtulmaları mümkündü:
Zira, o nifaktan başlarını kaldırıp hakkı dinlemek, Kur'ân'ın irşadına kulak vermek ile necatları mümkündü. Fakat nefislerinin şeytanî olan hevâsı—Kur'ân'ın sadasını kulaklarına işittirecek hevâyı karıştırdığı için—Kur'ân'ın kendilerini irşad etmesine mani olmuştur. Kur'ân-ı Kerim, bu cihetten onların ümitleri inkıta etmiş olduğuna işareten صُمٌّ [2] demiştir. Ve bu işaretten, sanki onların kulakları kesilmiş olup, kulakları kesik hayvanların kulaklarını andıran bir remiz vardır.
Saniyen: Başlarını aşağıya indirip vicdanlarıyla müşavere ederek doğru yolu ve hakkı sual etmekle necat cevabını almak imkânı varken, kalblerindeki inat, zebhedilen tavuk gibi, dillerini içeri tarafa çekerek, konuşmalarına ve nedametle