Birincisi: Kur'ân'ın, münafıkların şahıslarını tayin etmeyerek umumî bir sıfatla onlara işaret etmesi, Resul-ü Ekremin (a.s.m.) siyasetine daha münasiptir. Zira münafıkların şahıslarının tayiniyle kabahatleri yüzlerine vurulsaydı, mü'minler nefsin desisesiyle vesveseye düşerlerdi. Halbuki vesvese havfe, havf riyaya, riya nifaka müncer olur.
Ve keza, eğer Kur'ân onları tayinle takbih etseydi, "Resul-ü Ekrem (a.s.m.) mütereddittir, etbâına emniyeti yoktur" denilecekti.
Ve keza, bazan kötülük ifşa edilmezse tedricen zail olması ihtimali vardır. Fakat teşhir edildiği takdirde, kötülüğü yapan kimsenin hiddetini tahrik eder, fenalığı daha fazla yapmasına bâis olur.
Ve keza, nâs gibi umûmî bir sıfatın nifaka münafi olması, hususî sıfatların daha ziyade münafi olmasına delâlet eder. Zira, insan mükerremdir. Bu gibi rezaleti işlemek insaniyetin şânından değildir.
Ve keza, nâs tabiri, nifakın bir taife veya bir tabakaya mahsus olmayıp, hangi taife olursa olsun, insan nev'inde bulunmasıdır.
Ve keza, nâs tabiri, nifak bütün insanların haysiyet ve şereflerini ihlâl eden bir rezalet olduğundan, enzâr-ı âmmeyi nifakın aleyhine çevirtmekle izale ve adem-i intişarına çalışmaları lüzumuna işarettir.
S – يَقُولُ [1] ile اٰمَنَّا [2] nın mercileri bir iken, birisinin müfred, diğerinin cem' sîgasıyla zikirlerinde ne hikmet vardır?
C - Zarif bir letâfete işarettir ki, imanın mevsufu cem' ise de telaffuz eden müfreddir.
﴾ [3] يَقُولُ اٰمَنَّا ﴿ cümlesi, onların iman dâvâlarını hikâyedir. Bu cümlede dâvâlarının