hikmeti görünür. Gayrısıyla birlikte bakılırsa, Sâniin fevkalküll bir sem' ve basara mâlik olduğu görünür. Bu hakikatten anlaşıldı ki, Sâni-i Âlem, âlemde dahil olmadığı gibi, âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudretiyle herşeyin içinde olduğu gibi, herşeyin fevkindedir. Birşeyi gördüğü gibi, bütün eşyayı da beraber görür.
Bu hakikatler, kavs-i kuzeh renkleri gibi mâcun, birtakım nurânî âyetlerdir. Kâinat, bütün evsaf-ı kemâliyeyle muttasıf bir Hâlıkın vücub-u vücud ve vahdetine delâlet ve şehadet eder. Evet, kâinat o Hâlıkın nurunun gölgesi, esmâsının tecelliyatı, ef'alinin âsârıdır.
Arkadaş! Kâinatın, şu geçen hakikatlerin lisanıyla söylediği اَللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ [1] delâiliyle لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ [2] 'ı ispat eder. Ve keza, فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ [3] hakikati مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ [4]'ı istilzam ediyor. مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ da, imânın beş rüknünü tazammun ettiği gibi, sıfât-ı rububiyete de mazhar ve mir'attır. Bu sırra binaendir ki; مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ imânın mizan ve terazisinde لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ [5] ile karîn ve muvazi olmuştur. Nübüvvet, sıfât-ı rububiyete nâzır ve mazhar olduğundan, umumî bir câmiiyete mâliktir. Velâyet ise,