fert, alâmet-i farikası cihetiyle bütün efrada muhalif olacaktır. Eğer bütün efrad hazır bulunmazsa, taayyünlerinde, alâmatlarında muhalefetin bulunmaması ihtimali vardır. Bu ihtimal ise bâtıldır. Öyleyse, bir ferdin hâlıkı, bir nev'in hâlıkı olacaktır.
Ve keza, bir nev'e hâlık olabilmek, cinse de hâlık olabilmeye mütevakkıftır. En nihayet, iş اَللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ [1] 'da nihayet bulur...
Ve keza, hilkat ve yaratılışın Vâcibü'l-Vücuda isnad edilmesini, nazarları çok kısa olanlar, baîd, garip, külfetli olduğunu tevehhüm etmekle inkârına zehab ediyorlar. Halbuki, esbaba isnad edilirse, onların tevehhüm ettikleri bu'd, garabet, külfet kat kat muzaaf olarak hakikate inkılâp eder. Çünkü Vâcibe daha kolay olur. Meselâ, bir adamdan birkaç şeyin suduru, birkaç adamdan birşeyin sudurundan daha ehvendir. Meselâ, balarısının hilkati, kudret-i İlâhiyeye isnat edilmezse, nihayetsiz müşkilât olur.
Maahaza, vahidin kesrete yaptığı vaziyet ve maslahatı, kesret çok meşakkatlerden sonra yapabilir. Meselâ, bir kumandanın pek çok neferlere verdiği intizam vaziyeti o neferlere verilse, suhuletle yapamazlar. Demek Hâlık-ı Vahide yapılan isnadda zahiren bu'd ve garabet varsa da, esbab ve kesrete edilen isnadda muzaaf olarak müteselsil muhaller vardır. Şöyle ki:
Herbir zerrede, Vâcibü'l-Vücudun sıfatlarını farz etmek lâzım geliyor. Çünkü, nakıştaki kemâl, san'attaki hüsün, o sıfatları ister. Hem şirketi kabul etmeyen vücub hakkında, gayr-ı mütenahi şeriklerin farzı lâzımdır. Hem herbir zerrenin, bütün zerrelere hem hâkim-i mutlak, hem mahkûm-u mutlak olması lâzım geliyor.