gösterdiği gayr-ı mütenahi emârelerden istihraç edilen hakikat şudur ki: Hâlıkımız, şu muvakkat dünya meşherlerinde daimî olan rububiyetinin sabit karargâhına bizleri nakledecektir. Ve bu seyyal memleketi sermedî bir memlekete tebdil edecektir.
Ve yine zannetme ki, haşir ve âhireti iktiza eden, Esmâ-i Hüsnâdan yalnız Hakîm, Kerîm, Rahîm, Âdil, Hafîz isimleridir. Belki, kâinatın tedbiriyle alâkadar olan herbir isim, âhiret ve haşri iktiza eder.
Hülâsa: Haşir meselesi öyle bir hakikattir ki, celâliyle, cemâliyle, esmâsıyla Hâlık-ı Zîşan, bütün kütüb-ü semâviyeyle enbiya ve evliya ve asfiyanın icmâlarını tazammun eden Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan ve Fahr-i Kâinat Hazret-i Muhammed (a.s.m.), ekmelü'l-halk ve eşrefü'l-insan, haşrin geleceğine ittifakla hükmettikleri gibi, şu kâinat dahi, bütün âyatıyla ve kelimatıyla haşrin vücut ve icadına şehadet ediyor. Hattâ herbir cüzün, cüz'î olsun küllî olsun, cüz olsun küll olsun, iki veçhi vardır. Bir vecihle Hâlıka bakar, vahdaniyete delâlet eder. Diğer vecihle de âhirete nâzırdır ki, haşrin, âhiretin vücutlarını ister.
Meselâ, bir insan kendi vücuduyla, hüsn-ü san'atıyla Sâniin vücub-u vücuduna ve vahdetine delâlet ettiği gibi, âmâl ve istidatları ebede kadar uzandığı halde pek sür'atle ölüm ve zevali, âhiretin vücuduna delâlet eder. Bütün mevcudatta