İ'lem eyyühe'l-aziz! Kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Âlemin kapıları açık ise de mânen kapalıdır. Cenâb-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan ene namında bir miftahı insanın eline vermiştir. Fakat, ene de kapısı kapalı bir bilmecedir. Bunun kapısı açılıyorsa kâinatın da kapıları açılıyor.
Evet, Cenâb-ı Hak insana bir benlik, bir nevi hürriyet vermiştir ki, Cenâb-ı Hakkın rububiyetine ait evsafı bilmek için mevhum, farazî bir vahid-i kıyasî yapsın.
Mahiyet-i beşerde pek ince bir ip, insanın vücudunda şuurlu bir kıl, şahsın kitabında bir elif kıymetinde ve miktarında olan ene'nin iki vechi vardır. Biri hayra bakar. Bu vecihle yalnız kabil-i feyizdir, fâil değildir. Diğer veçhi ise şerre bakar. Bu vecihle kendisini fâil bilir.
Ene'nin mâhiyeti mevhûmedir. Rububiyeti hayalîdir. Vücudu birşeye hâmil olamaz. Ancak mizânülhararet gibi, Vâcibü'l-Vücudun rububiyetine âit sıfât-ı mutlaka-i muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor.
Eğer insan benliğine mizan nazarıyla bakarsa, kâinattan zihnine akıp gelen âfakî malûmatı kendi malûmatıyla, tasarrufat ve sıfât-ı İlâhiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder. Ve bu sâyede قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا [1] 'daki مَنْ [2] şümulüne dahil olarak, bihakkın emâneti ifâ etmiş olur. Fakat kendisine müstakil nazarıyla bakmakla kendisini mâlik itikad ederse, وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا [3] 'nın şümulüne dahil olmakla emânetle hıyânet etmiş olur. Zira semâvat ve arzın, hamlinden korkarak imtinâ ettikleri cihet, ene'nin