اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا بِتَّ بِهَا اْلاَمِيرُ وَالْفَقِيرَا
Yani, ecnebi hurufları bin üç yüz kırk sekiz (1348)'de tâmim edilecek, çoluk-çocuk emirler ve fakirler icbar suretinde, gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar.
Evet, سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا cümlesi tam tamına iki ت sekiz yüz (800), iki س yüz yirmi (120), iki ر dört yüz (400), iki ط on sekiz (18), bir ى on (10), mecmuu bin üç yüz kırk sekiz (1348)'dir. Aynı tarihte Lâtinî huruflarına gece dersleriyle cebren çalıştırıldı.
Sonra İmam-ı Ali (r.a.) Sekîne ile meşgul olan Said'e (r.a.) bakar, konuşur. Akabinde يَا مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ der. İki-üç yerde kuvvetli işaretle Said (r.a.) ismini verdiği şakirdine hitaben, "Kendini Sekîne ile dua edip muhafazaya çalış" Yâ-i nidâî'den sonra müteaddit karineler ve emarelerle Said var. Demek يَاسَعِيدُ مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ [1] olur. Bu fıkra nasıl ki مُدْرِكًا kelimesiyle "el-Kürdî" lâkabına hem lâfzan, hem cifren bakar. Çünkü mim'siz دَرْكًا "Kürd"[2] kalbidir. م ise ل , ve ى ye tam muvafıktır. Öyle de, diğer bir ismi olan "Bediüzzaman" lâkabına dahi "ez-zaman" kelimesiyle îma etmekle beraber, bin üç yüz elli dört (1354) veya bin üç yüz elli beş (1355) makam-ı cifrîsiyle Said'in (r.a.) hakikat-i halini ve hilâf-ı âdet vaziyetini ve hıfz u vikaye için kesretli du-asını ve halvet ve inzivasını tamamiyle tabir ve ifade ettiğinden, sarahate yakın bir surette parmağını onun başına o kasidede teselli için basıyor. Burada da