sayılmamak cihetiyle aynı tarihe, hem فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ [1] fermanı dahi aynı tarihe, hem نُورَ اللهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِ [2] dahi aynı tarihe bil'ittifak muvafakatları elbette remizden, işaretten, delâletten ziyade bir sarahattir ki, Risale-i Nur o nur-u İlâhînin bir lem'ası olacağını ve düşmanları tarafından gelen şübehat zulümatını dağıtacağını mânâ-yı işârîsiyle müjdeliyor. Hem bu cifrî ve müteaddit ve mânidar tevafuklar ise, kuvvetli bir münasebet-i mâneviyeye istinad ederler.
Evet, Resâili'n-Nur'un yüz yirmi dokuz (129) risaleleri, yüz yirmi dokuz (129) elektrik lâmbalarının şişeleri misillü, Kur'ân nur-u âzamından uzanan tellerin başlarına takılıp o nuru neşrettikleri meydandadır. Risale-i Nur'un yarı ismi iki defa bu cümle-i âyette bulunmasıyla o münasebeti pek letafetlendiriyor.
YİRMİ SEKİZİNCİ ÂYET
Sûre-i Tevbe'de
يُرِيدُونَ اَنْ يُطْفِؤُا نُورَ اللهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبىَ اللهُ إِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ * [3]
âyetindeki نُورَ اللهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبىَ اللهُ إِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ [4] cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i mâneviyesiyle beraber şeddeli lâm'lar, birer ل ve şeddeli م asıl kelimeden olduğundan, iki م sayılmak cihetiyle bin üç yüz yirmi dört (1324) ederek, Avrupa zâlimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir suikast plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri,