ÜÇÜNCÜ ÂYET-İ MEŞHURE
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا [1] âyeti, kuvvetli münasebet-i mâneviyesiyle beraber, cifirce bin üç yüz kırk dört (1344) eder ki, o tarihte Risale-i Nur'un şakirtleri gibi bu âyetin mânâsına daha ziyade mazhar olanlar zâhiren görülmüyor. Demek bu âyet, mânâsının müteaddit tabakalarından işârî bir tabakadan ve remzî bir perdeden Kur'ân'ın parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur'a bakıyor ve en evvel nâzil olan Sûre-i Alâk'ta اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغٰى [2] âyeti gibi mânâsıyla ve makam-ı cifrî ile ifade ediyor ki, 1344'te, nev-i insan içinde Firavunâne emsalsiz bir tuğyan, bir inkâr çıkacak. وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا [3] âyeti ise, o tuğyana karşı mücahede edenleri senâ ediyor. Evet, Harb-i Umumî neticelerinden hem âlem-i insaniyet, hem âlem-i İslâmiyet çok zarar gördüler. Nev-i insanın, hususan Avrupa'nın mağrur ve cebbarları, bilhassa birisi, kuvvet ve gınâya ve paraya istinad ederek Firavunâne bir tuğyana girdiklerinden, o hususî insanlar nev-i beşeri mes'ul ediyor, diye "insan" ism-i umumîsiyle tabir edilmiş.
Eğer لَنَهْدِيَنَّهُمْ deki şeddeli ن , bir ن sayılsa bin iki yüz doksan dört (1294) eder ki, Risaletü'n-Nur Müellifinin besmele-i hayatıdır ve tarih-i velâdetinin birinci senesidir. Eğer şeddeli ل , iki ل ve ن bir sayılsa, o vakit bin üç yüz yirmi dört (1324)'te Hürriyetin ilânı hengâmında mücahede-i mâneviye ile tezahür eden Risalei'n-Nur Müellifinin görünmesi tarihidir.