güzel, ibretli misafirhanenin Mihmandar-ı Kerîmini tam bildirdiklerini bildi, "Bin kere اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ [1] dedi.
Seyahatındaki yüzer müşahedatından üçüncü nümunesi: Hâlıkını, isimlerinin ve sıfatlarının tecellî ve cilveleriyle tanımak isteyen o dünya seyyahı, akıl ve hayâline dedi ki: "Haydi, ruhlar ve melekler gibi biz dahi cesedimizi yerde bırakıp göklere çıkacağız. Hâlıkımızı semâvâttakilerden soracağız."
Ruh hayale ve akıl fikre bindiler, semaya çıktılar. Kozmoğrafya fennini kendilerine rehber ettiler. Dini dinlemeyen bir felsefe nazarıyla مَغْضُوبِ..ضَّۤالِّينَ [2] cereyanıyla baktılar. Gördü ki: Küre-i arzdan bin defa büyük, top güllesinden yüz defa çabuk hareket edenler içlerinde bulunan binler kütleler, ateş saçan yıldızlar; şuursuz, câmid, serseri gibi birbiri içinde sür'atle gezerler. Bir dakika bir tesadüfle biri yolunu şaşırsa, o boş ve hudutsuz ve hadsiz, nihayetsiz âlemde bir şuursuz küreyle çarpmak suretinde kıyamet gibi bir hercümerce sebep olur.
O seyyah, hangi tarafa baktıysa, dehşet ve vahşet ve hayret ve korkmak aldı, göğe çıktığına bin pişman oldu. Akıl ve hayal, bütün bütün bozuldular. "Bizim vazifemiz güzel hakikatleri görmek ve göstermek iken, böyle cehennem gibi çirkin ve azaplı mânâları bilmek, müşahede etmek vazifesinden istifa ediyoruz ve istemiyoruz" derken, birden اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ [3] tecellisiyle خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ [4] ve مُسَخِّرُ الشَّمْسِ وَالْقَمَرِ [5] ve رَبُّ الْعَالَمِينَ [6] gibi çok isimler, her biri birer güneş gibi.
وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَۤاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ * [7]
ve