Evvelâ: [1] عَلَيْهِمْ kimlerdir diye, مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَۤاءِ وَالصَّالِحِينَ [2] âyeti beyan ederek, nev-i beşerde istikamet nimetine mazhar dört taifeyi beyan içinde, o taifelerin reislerine النَّبِيِّينَ ile Muhammed aleyhissalâtü vesselâma, وَالصِّدِّيقِينَ ile Ebu Bekir-i Sıddık'a (r.a.), وَالشُّهَدَۤاءِ ile Ömer, Osman, Ali'ye (r.a.) işaret edip, Peygamberden (a.s.m.) sonra Sıddık, sonra Ömer, Osman, Ali (r.a.), üçü hem şehid, hem halife olacaklar diye, gaybî ihbarla bir lem'a-i i'câz gösterir.
Saniyen: Nev-i beşerin en yüksek, en müstakîm, en sadık bu dört taifesi, Âdem (a.s.) zamanından beri hadsiz hüccetler, mu'cizeler, kerametler, deliller, keşfiyatlarla bütün kuvvetleriyle dâvâ edip ve beşerin ekseri onları tasdik ettikleri hakikat-ı tevhid, elbette güneş gibi kat'îdir. Bu hadsiz meşahir-i insaniye, yüz binler mu'cizelerle ve hadsiz hüccetlerle doğruluklarını ve hakkaniyetlerini gösterip tevhid ve vücub-u vücud ve vahdet-i Hâlık gibi müsbet meselelerde ittifakları ve icmâları öyle bir hüccettir ki, hiçbir şüpheyi bırakmaz. Acaba, kâinatın ehemmiyetli netice-i hilkati ve zeminin halifesi ve zîhayatların istidatça en cemiyetli ve yükseği olan nev-i beşerin en müstakîmleri, en sadık ve musaddak mürşidleri ve kemâlâtta reisleri olan mezkûr o dört taifenin icmâ ve ittifakla iman edip haber verdikleri ve kâinatı bütün mevcudatıyla delil gösterip hakkalyakîn,