Bir zaman, Kur'ân'ın mu'cizelerini ararken, Risale-i Nur'da, hususan İşarâtü'l-İ'câz tefsir-i Nurîde ve Rumuz-u Semaniye'de beyanları gibi, Sûre-i Fethin âhirindeki âyette dört beş mu'cize ve ihbar-ı gaybîyi, hattâ اَلْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ [1] cümlesinde bir tarihî mu'cizeyi, hattâ çok kelimelerinde müteaddit i'caz lem'alarını ve bazı harflerinde mu'cizâne nükteleri bulduğum bir zamanda, namazda Fâtihayı okurken نَعْبُدُ ..نَسْتَعِينُ [2] deki ن un bir mu'cizesini bana bildirmek için bir sual kalbime geldi:
Neden اَعْبُدُ ..اَسْتَعِينُ yani, "Ben ibadet ve istiâne ederim" denilmedi, nun-u mütekellim-i maalgayr ile, yani, "Biz sana ibadet ve istiâne ederiz" demiş?
Birden, o ن kapısıyla bir seyahat-ı hayaliye meydanı açıldı; namazdaki cemaatın azîm sırrını ve büyük menfaatini ve bu tek harf bir mu'cize olduğunu şuhud derecesinde bildim ve gördüm. Şöyle ki:
Ben, o zaman İstanbul'da Bayezid Camiinde namaz kılarken, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ [3] dedim. Baktım, o camideki cemaat, benim gibi diyerek bu dâvâma ve اِهْدِنَا [4] daki duama tamamen iştirak edip tasdik ettikleri zamanda, bir perde daha açıldı. Gördüm ki, İstanbul'un bütün mescidleri büyük bir Bayezid hükmüne geçtiler. Aynen benim gibi اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deyip benim dâvâlarıma ve dualarıma imza basıyorlar, âmin diyorlar. Ve bana bir nevi şefaatçi suretini almaları içinde, hayalime bir perde daha açıldı.
Gördüm ki, âlem-i İslâm, büyük bir mescid suretini aldı. Mekke, Kâbe mihrab hükmüne geçti. Bütün namaz kılan Müslümanların safları, dairevî bir tarzda o