Nur eczalarına havale edeceğim. Fakat şimdi, o dersi yazdığım zaman onlara söylemediğim bazı kelimeleri ve nükteleri dahi yazmayı münasip gördüm. İşte o kelâm-ı tevhidin on bir kelimesinden,
BİRİNCİ KELİME
لاَ إِلٰهَ اِلاَّ اللهُ [1] tır. Bundaki hüccet ise matbu Âyetü'l-Kübrâ Risalesidir. O emsalsiz hüccetin harikalığı içindir ki, İmam-ı Ali (r.a.), Nurun eczalarından haber verdiği sırada وَبِاْلاٰيَةِ الْكُبْرٰى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتِ [2] deyip o Âyetü'l-Kübrâ'yı şefaatçi yaparak Nur şakirtlerinin Denizli hapsinde, o risalenin hem Ankara, hem Denizli Mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla talebelerine beraat kazandırmaya sebep olduğu gibi, onun gizli tab'ı da, şakirtlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile olmasıyla İmam-ı Ali'nin (r.a.), hem keramet-i gaybiyesini, hem Nur şakirtlerinin bedeline duasını pek zâhir bir surette tasdik etti.
Evet, Âyetü'l-Kübrâ Şuâı, otuz üç icmâ-ı azîmi ve küllî hüccetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip, her bir hüccet-i külliyede hadsiz burhanlara işaret ederek başta semâvât, yıldızlar kelimeleriyle; arz, hayvanat ve nebatat kelâmları ve cümleleriyle; git gide tâ kâinat mecmuası, müştemilât ve mevcudat ve hudûs ve imkân ve tagayyür hakikatlerinin kelimeleriyle Vâcibü'l-Vücudun mevcudiyetini ve vahdâniyetini güneş zuhurunda ve gündüz kat'iyetinde ispat ediyor. Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılıç arayanlar, Âyetü'l-Kübrâ'ya müracaat etsinler.