imdada yetişip onlara Risale-i Nur'un yüksek makamını göstererek, şiddetli tenkitlerden vazgeçirmiş. Hattâ bizi cezalardan kurtarmak fikriyle ve Eskişehir meselesi ve Otuz Bir (31) Mart hadise-i meşhuresiyle beni sabıkalı bir mücrim-i siyasî nazarıyla baktırmamak ve sırf din ve iman için hareket ettiğimizi ve siyaset fikri bulunmadığını göstermek fikriyle demişler ki: "Said Nursî, eskiden beri ara sıra peygambere verasetlik dâvâsında bulunur. Kur'ân ve iman hizmetinde müceddidlik tavrını alır, yani bazen bir nevi cezbeye mağlûp olup meczubâne hareket eder." İşte bu fıkra ile, feylesofların dinsizce tâbirlerle, kim olursa olsun din lehinde kuvvetli hareket edenlere, vazifesi, müceddidlik irsiyetiyle yapıyor diye, hem bir kısım kardeşlerimiz haddimden çok ziyade hüsn-ü zanlarını tenkit etmek, hem bana bir cezbe isnad ile şiddetlerimde beni siyasetten ve cezadan tebrie etmek ve bize muarız ve düşman olanlarını bir derece okşamak ve işaret-i Kur'âniye ve keramât-ı Aleviye ve Gavsiye hakikatleri kuvvetli olduklarını göstermek ve herkese kıyasen bende dahi bulunması tahminlerince muhakkak olan hubb-u câh ve enâniyet ve hodfuruşluğu kırmak için, o dinsizce feylesofâne tabirini istimâl etmişler. O tabire karşı Risale-i Nur, baştan nihayetine kadar güneş gibi bir cevaptır. Ve mesleğimiz, terk-i enâniyet ve uhuvvet olmasından, bizde hodfuruşâne şatahat bulunmadığından, Yeni Said'in Risale-i Nur zamanındaki mahviyetkârâne hayatı ve mübarek kardeşlerinin ifratkârâne hüsn-ü zanlarını hatıra bakmayarak mükerrer derslerle tâdil etmesi, o tâbirle işmam edilen mânâyı tam çürütüyor, izale eder.
ba
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bize ihbar edene ve yazana zarar gelmemek için, şimdilik ehl-i vukufun ittifakıyle kararlarını size göndermeyeceğim. Bu son ehl-i vukuf, bütün kuvvetiyle