* سِرَاجُ الْحَقِّ * بُرْهَانُ الْحَقِيقَةِ * لِسَانِ الْمَحَبَّةِ. مِثَالُ الرَّحْمَةِ * كَاشِفُ طِلْسِمِ الْكَائِنَاتِ * حَلاَّلُ مُعَمَّى الْخِلْقَةِ * دَلاَّلُ سَلْطَنَةِ الرُّبُوبِيَّةِ ·
* الْمُرْمِزُ بِشَخْصِيَّتِهِ الْمَعْنَويَّةِ إِلٰى أَنَهُ نَصْبَ عَيْنِ فَاطِرِ الْكَوْنِ فِى خَلْقِ الْكَۤائِنَاتِ ﴿ يَعْنِىِ أَنَّ الصَّانِعَ نَظَرَ إِلَيْهِ وَخَلَقَ ِلاَجْلِهِ وَِلاَمْثَالِهِ هٰذَا الْعَالَمَ ﴾ ·
ذُو الدِّينِ وَالشَّرِيعَةِ وَاْلاِسْلاَمِيَّةِ الَّتِى هِىَ بِدَسَاتِيرِهَا أَنْمُوذَجُ دَسَاتِيرِ السَّعَادَةِ فِى الدَّارَيْنِ * كَأَنَّ ذٰلِكَ الدِّينَ فِهْرِسْتَةٌ اُخْرِجَتْ مِنْ كِتَابِ الْكَائِنَاتِ * فَكَأَنَّ الْقُرْاٰنَ الْمُنْزَلِ عَلَيْهِ قِرَاءَةٌ ِلاٰيَاتِ الْكَائِنَاتِ * الْمُشِيرُ دِينُهُ الْحَقُّ إِلٰى أَنَّهُ نِظَامُ نَاظِمِ الْكَوْنِ * فَنَاظِمُ هٰذِهِ الْكَۤائِنَاتِ بِهٰذَا النِّظَامِ اْلاَتَمِّ اْلاَكْمَلِ هُوَ نَاظِمُ ذٰلِكَ الدِّينِ الْجَامِعِ بِهٰذَا النَّظْمِ اْلاَحْسَنِ اْلاَجمَلِ * سَيّدُنَا نَحْنُ مَعَاشِرَ بَنِى اٰدَمَ، وَمُهْدِينَا اِلَى اْلاِيمَانِ نَحْنُ مَعَاشِرَ الْمُؤْمِنِينَ مُحَمَّدٌ بْنِ عَبْدِ اللهِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ عَلَيْهِ وَعَلٰى اٰلِهِ اَفْضَلُ الصَّلَوَاتِ وَأَتَمُّ التَّسْلِيمَاتِ مَا دَامَتِ اْلاَرْضُ وَالسَّمٰوَاتُ * فَإِنَّ ذٰلِكَ الشَّاهِدَ يَشْهَدُ عَنِ الْغَيْبِ فِى عَالَمِ الشَّهَادَةِ عَلٰى رُؤُسِ اْلاَشْهَادِ بِطَوْرِ الْمُشَاهِدِ * نَعَمْ؛ يُشَاهَدُ أَنَّهُ يُشَاهِدُ ثُمَّ يَشْهَدُ مُنَادِيًا ِلاَجْيَالِ الْبَشَرِ خَلْفَ اْلاَعْصَارِ وَاْلاَقْطَارِ بِاَعْلٰى صَوْتِهِ * نَعَمْ؛ فَهٰذَا صَدٰى صَوْتِهِ يُسْمَعُ مِنْ أَعْمَاقِ الْمَاضِى إِلٰى شَوَاهِقِ اْلاِسْتِقْبَالِ وَبِجَمِيعِ قُوَّتِهِ. * [1]
hakkın siracı, hakikatin burhanı, muhabbetin lisanı, rahmetin timsali, kâinat tılsımının keşfedicisi, yaratılış muammasının halledicisi, Rububiyet saltanatının dellâlı,
· Kâinatın Yaratıcısının, bu varlıkları yaratmasındaki gayesinin meydana çıkış sebebi,
· kâinatın kemâlâtının meydana çıkış vasıtası,
· mânevî şahsiyetinin yüksek işaretiyle, Kâinat Yaratıcısının bu kâinatı onu nazara alarak yarattığı anlaşılan (öyle ki, Âlemin San'atkârı ona bakmış, onun ve emsâlinin hürmetine bu âlemi yaratmış),
· düsturlarıyla, iki dünya saadetinin düsturlarına bir fihriste olan din ve şeriat ve İslâmiyetin sahibidir. Öyle ki, o din, âdetâ kâinat kitabından süzülmüş bir fihriste, Kur'ân ise bu kâinat âyetlerini okumak için ona inmiş gibidir. Onun getirdiği hak din şu vaziyetiyle, Kâinat Nâzımının (düzenleyicisinin) nizamı (düzeni) olduğuna işaret eder. Çünkü şu noksansız tam düzen içindeki kâinatın düzenleyicisi kim ise, bu en iyi ve en güzel düzen olan dinin nâzımı (düzenleyicisi) da Odur.
Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en üstünü ve selâmetin en mükemmeli, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü'minler topluluğunun imana yönlendiricisi olan Abdilmuttalib'in torunu ve Abdullah'ın oğlu Muhammed'in üzerine olsun.
Bu vahdaniyet (birliğin) şahidi, kendisi bu görünen âlemde iken, gayb âlemine dair herkesin gözü önünde öyle haberler verir ki, hali ve tavrı, gayb âlemini bizzat gören bir kimsenin tavrıdır.
Evet, görülüyor ki, kendisi görür, sonra da, asırların ve kıt'aların arkasından, en yüksek bir sesle insan taifelerine seslenerek şahitlik eder.
Evet, geçmişin derelerinden geleceğin tepelerine kadar bütün kuvvetiyle işitilen ses, onun sesidir.