اَللّٰهُمَّ إِنِّى اُقَدِّمُ إِلَيْكَ بَيْنَ يَدَىْ كُلِّ نِعْمَةٍ وَرَحْمَةٍ وَحِكْمَةٍ وَعِنَايَةٍ، وَبَيْنَ يَدَىْ كُلِّ حَيَاةٍ وَمَمَاتٍ وَحَيَوَانٍ وَنَبَاتٍ، وَبَيْنَ يَدَىْ كُلِّ زَهْرَةٍ وَثَمَرَةٍ وَحَبَّةٍ وَبَذْرَةٍ، وَبَيْنَ يَدَىْ كُلِّ صَنْعَةٍ وَصِبْغَةٍ وَنِظَامٍ وَمِيزَانٍ، وَبَيْنَ يَدَىْ كُلِّ تَنْظِيمٍ وَتَوْزِينٍ وَتَمْيِيزٍ فِى كُلِّ الْمَوْجُودَاتِ وَذَرَّاتِهَا، شَهَادَةً نَشْهَد ُ أَنْ: لاَ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ 1 Haşiye
DÖRDÜNCÜ BAB
İki Fasıldır.
Birinci Fasıl
Hazret-i Hızır'ın meşhur ve mühim bir virdi, mebde ve esas olarak marifetullahta ve tevhidin mertebelerinde altmış üç mertebeye işaret ediyor. O altmış üç mertebenin herbirisi iki cümledir.
Lâ ilâhe illâllah vahdaniyeti (Allah'ın birliğini) ispat ettiği gibi, Hüve ile başlayan isimler vücud-u Vâcibi (Allah'ın varlığını) ispat ediyor. Âdeta birinci cümle vahdaniyeti (birliği) gösterdiği zaman, bir sual-i mukadder hatıra geliyor. "O Vâhid (bir) kimdir, nasıl bileceğiz?" diye vaki olan suale, meselâ Hüve'r-Rahmânü'r-Rahîm (O Rahmân ve Rahîmdir) ile cevap veriyor. Yani, kâinatı dolduran âsâr-ı şefkat ve merhamet (şefkat ve merhamet eserleri) Onundur, o Rahmân'ı tanıttırıyor. Ve hâkezâ, kıyas et.
Said Nursî
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'ım,
Bütün varlıklarda ve varlıkların zerrelerinde gözlemlenen herbir nimet ve rahmet ve hikmet ve inayetin önünde, herbir hayat ve ölüm ve hayvan ve bitkinin önünde, herbir çiçek ve meyve ve çekirdek ve tohum önünde, herbir san'at ve sıbgat (boya) ve nizam (düzen) ve mizan (ölçü ve denge) önünde, herbir tanzim (düzenleme) ve tevzin (ölçüp dengeleme) ve temyiz (birbirinden ayırma) önünde, işte bu şehadeti Sana takdim ediyorum: HAŞİYE
Şahidiz ki Allah'tan başka ilâh yok; Odur Hayy ve Kayyûm.
Bu şehadetlerde iki hüküm var. Biri vahdaniyeti gösterir, Lâ ilâhe illâllah'tır. Diğeri, o Vâhidin vücubunu ispat eder ki, Hüve ile başlayan isimlerdir. Herbir Hüve geldiği vakit, bir sual-i mukaddere cevaptır. Güya deniliyor ki, "O İlâh-ı Vâhidi nasıl tanıyacağız?" Cevap veriliyor ki: Meselâ, Hüve's-Semîu'l-Basîr. Bunda diyor ki: Bu mevcudatın dertlerini görüp dinleyen birisi var ki, istediklerini yapıyor. Böyle âsâr, ef'âl-i İlâhiyeyi; ve o ef'âl, Semî, Basîr gibi isimleri ispat eder. O isimler, mevsuflarının vücudunu gösterirler. İşte, bütün bu cümleler bu tarzdadır. Âsâr ile ef'âli, ef'âl ile esmâyı, esmâ ile vücud-u Vâcibi ispat ederler.