فَكَمَا اَنَّ تَوَافُقَ اْلاَشْيَاءِ مِنْ جِنْسٍ، وَاْلاَفْرَادِ مِنْ نَوْعٍ فِى اَسَاسَاتِ اْلاَعْضَاءِ، يَدُلُّ بِالضَّرُورَةِ عَلٰى اَنَّ صَانِعَهَا وَاحِدٌ اَحَدٌ؛ كَذٰلِكَ اَنَّ تَمَايُزَهَا فِى التَّشَخُّصَاتِ الْحَكِيمَةِ الْمُشْتَمِلَةِ عَلٰى عَلاَمَاتٍ فَارِقَةٍ مُنْتَظَمَةٍ، تَدُلُّ عَلٰى اَنَّ ذٰلِكَ الصَّانِعَ الْوَاحِدَ اْلاَحَدَ هُوَ فَاعِلٌ مُخْتَارٌ مُرِيدٌ يَفْعَلُ مَا يَشَۤاءُ وَيحْكُمُ مَا يُرِيد ُ جَلَّ جَلاَلُهُ * وَكَمَا اَنَّ ذٰلِكَ الْخَلاَّقَ الْعَلِيمَ الْمُرِيدَ عَلِيمٌ بِكُلِّ شَىْءٍ، وَمُرِيدٌ لِكُلِّ شَىْءٍ، لَهُ عِلْمٌ مُحِيطٌ، وَاِرَادَةٌ شَامِلَةٌ، وَاِخْتِيَارٌ تَامٌّ؛ كَذٰلِكَ لَهُ قُدْرَةٌ كَامِلَةٌ ضَرُورِيَّةٌ ذَاتِيَّةٌ نَاشِئَةٌ مِنَ الذَّاتِ وَلاَزِمَةٌ لِلذَّاتِ * فَمُحَالٌ تَدَاخُلُ ضِدِّهَا * وَاِلاَّ لَزِمَ جَمْعُ الضِّدَّيْنِ الْمُحَالُ بِاْلاِتّفَاقِ * فَلاَ مرَاتِبَ فِى تِلْكَ الْقُدْرَةِ. فَتَتَسَاوٰى بِالنّسْبَةِ اِلَيْهَا الذَّرَّاتُ وَالنُّجُومُ وَالْقَلِيلُ وَالْكَثِيرُ وَالصَّغِيرُ وَالْكَبِيرُ وَالْجُزْئِيُّ وَالْكُلّىُّ وَالْجُزْءُ وَالْكُلُّ وَاْلاِنْسَانُ وَالْعَالَمُ وَالنُّوَاةُ وَالشَّجَرُ: * بِسِرِّ النُّورَانِيَّةِ وَالشَّفَّافِيَّةِ وَالْمُقَابَلَةِ وَالْمُوَازَنةِ وَاْلاِنْتِظَامِ وَاْلاِمْتِثَالِ * بِشَهَادَةِ اْلاِنْتِظَامِ الْمُطْلَقِ وَاْلاِتّزَانِ الْمُطْلقِ وَاْلاِمْتِيَازِ الْمُطْلَقِ فِى السُّرْعَةِ وَالسُّهُولَةِ وَالْكَثْرَةِ الْمُطْلَقَاتِ * بِسِرِّ اِمْدَادِ الْوَاحِدِيَّةِ وَيُسْرِ الْوَحْدَةِ وَتجَلّى اْلاَحَدِيَّةِ * بِحِكْمَةِ الْوُجُوبِ وَالتَّجَرُّدِ وَمُبَايَنَةِ الْمَاهِيَّةِ * بِسرِّ عَدَمِ التَّقَيُّدِ وَعَدَمِ التَّحَيُّزِ وَعَدَمِ التَّجَزُّءِ * [1]
Nasıl bir cinsten olan şeylerin denk düşmesi ve bir nevinin fertlerindeki temel organların birbirine benzemesi onların San'atkârının Vahid (herşeyi kaplayan birliği) ve Ehad (her birşeyde ayrı ayrı yansıyan birliği) olduğuna zorunlu olarak delâlet ederse, bütün o fertleri kapsamına alan ve muntazam ayırıcı özelliklerle görünen hikmetli kişiliklerindeki seçkinlik de, şânı herşeyden yüce olan o Sâni-i Vâhid-i Ehadin (bir ve tek San'atkârın) Fâil-i Muhtar ve Mürîd (dilediğini istediği şekilde yapan bir zat) olduğuna ve dilediği gibi iş görüp dilediği gibi hükmettiğine delâlet eder.
Hem o Hallâk-ı Alîm-i Mürîd (İlmi herşeyi kaplayan irade sahibi Yaratıcı) nasıl ki herşeyi bilen ve herşeyi irade edendir, yani ilmi herşeyi kaplayan ve iradesi herşeyi içine alan ve dilemesi tam ve mükemmeldir. Öyle de, Onun kudreti dahi mükemmeldir, zarurîdir, zâtîdir, zâtından doğar ve zâtının lâzımıdır (ayrılmaz bir sıfatıdır). O kudrete aczin girmesi muhaldir (mümkün değildir); aksi takdirde ittifakla olması asla mümkün olmayan cem-i zıddeyn (zıtların birbirinin içine girmesi) lâzım gelir.
O kudrette mertebeler de bulunmaz.
· Nuraniyet, şeffafiyet, mukabele, muvazene (denge), intizam (düzenlilik) ve imtisal (emre uyma) sırrıyla,
· sür'at ve kolaylık ve mutlak çokluk içinde gözlemlenen mutlak düzenlilik ve mutlak denge ve mutlak ayırımın şehadetiyle,
· imdad-ı vâhidiyet (birliğin yardımı) ve yüsr-ü vahdet (birliğin kolaylığı) ve tecellî-i ehadiyet (birliğin herbir şeyde tecellisi) sırrıyla,
· vücub (varlığın zorunlu oluşu) ve tecerrüd ve mübayenet-i mahiyet (kâinat cinsinden olmayan mahiyet) hikmetiyle,
· adem-i takayyüd (sınırlanmama) ve adem-i tahayyüz (mekandan münezzeh olma) ve adem-i tecezzî (cüzlere ve parçalara ayrılmama) sırrıyla,