اَللهُ اَكْبَرُ اِذْ هُوَ الْخَلاَّقُ الْقَدِيرُ الْمُصَوِّرُ الْبَصِيرُ الَّذِى هٰذِهِ اْلاَجْرَامُ الْعُلْوِيَّةُ وَالْكَوَاكِبُ الدُّرِّيةُ نَيِّرَاتُ بَرَاهيِنِ اُلوهيَّتِهِ وَعَظَمَتِهِ، وَشُعَاعَاتُ شَوَاهِدِ رُبُوبِيَّتِهِ وَعِزَّتِهِ؛ تَشْهَدُ وَتُنَادِى عَلٰى شَعْشَعَةِ سَلْطَنَةِ رُبُوبِيَّتِهِ وَتُنَادِى عَلٰى وُسْعَةِ حُكْمِهِ وَحِكْمَتِهِ، وَعَلٰى حِشْمَةِ عَظَمَةِ قُدْرَتِهِ * فَاسْتَمِعْ اِلٰى اٰيَةِ: ﴿ اَفَلَمْ يَنْظُرُوا اِلَى السَّمَۤاءِ فَوْقهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا.. ﴾ * ثُمَّ انْظُرْ اِلٰى وَجْهِ السَّمَۤاءِ كَيْفَ تَرٰى سُكُوتًا فِى سُكُونَةٍ، حَرَكَةً فِى حِكْمَةٍ، تَلاَْلُؤًا فِى حِشْمَةٍ، تَبَسُّمًا فِى زِينَةٍ مَعَ اِنْتَظَامِ الْخِلْقَةِ مَعَ اِتّزَانِ الصَّنْعَةِ * تَشَعْشُعُ سِرَاجِهَا لِتَبْدِيلِ الْمَوَاسِمِ، تَهَلْهُلُ مِصْبَاحِهَا لِتَنْوِيرِ الْمَعَالِمِ، تَلاَْلُؤُ نُجُومِهَا لِتَزْيِينِ الْعَوَالِمِ، تُعْلِنُ ِلاَهْلِ النُّهٰى سَلْطَنَةً بِلاَ اِنْتِهَاءٍ لِتَدْبِيرِ هٰذَا الْعَالَمِ * فَذٰلِكَ الْخَلاَّقُ الْقَدِيرُ عَلِيمٌ بِكُلِّ شَىْءٍ، وَمُرِيدٌ بِاِرَادَةٍ شَامِلَةٍ مَاشَاءَ كَانَ وَمَالَمْ يَشَأْ لَمْ يَكُنْ * وَهُوَ قَدِيرٌ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ بِقُدْرَةٍ مُطْلَقَةٍ مُحِيطَةٍ ذَاتِيَّةٍ. وَكَمَا لاَ يُمْكِنُ وَلاَ يُتَصَوَّرُ وُجُودُ هٰذِه الشَّمْسِ فِى هٰذَا الْيَومِ بِلاَضِيَاءٍ وَلاَ حَرَارَةٍ؛ كَذٰلِكَ لاَ يُمْكِنُ وَلاَ يُتَصَوَّرُ وُجُودُ اِلٰهٍ خَالِقٍ لِلسَّمٰوَاتِ بِلاَ عِلْمٍ مُحِيطٍ، وَبِلاَ قُدْرَةٍ مُطْلَقَةٍ. فَهُوَ بِالضَّرُورَةِ عَلِيمٌ بِكُلِّ شَىْءٍ بِعِلْمٍ مُحِيطَةٍ لاَزِمٍ ذَاتِىٍّ لِلذَّاتِ، يَلْزَمُ تَعَلُّقُ ذٰلِكَ الْعِلْمِ بِكُلِّ اْلاَشْيَاءِ * لاَ يُمْكِنُ اَنْ يَنْفَكَّ عَنْهُ شَىْءٌ بِسِرِّ الْحُضُورِ وَالشُّهُودِ وَالنُّفُوذِ وَاْلاِحَاطَةِ النُّورَانِيَّةِ. * [1]
Beşinci Mertebe HAŞİYE
Allah herşeyden sonsuz derecede büyüktür. Zira O öyle herşeye gücü yetip yaratan Kadîr bir Hallâk ve öyle görerek şekiller veren Basîr bir Musavvirdir ki, şu gök cisimleri ve inci-misal yıldızlar Onun uluhiyet (ilâhlık) ve büyüklüğünün delillerinden birer nur ve rububiyet (rablık) ve izzetinin şahitlerinden birer parıltıdır. Bütün bunlar Onun rububiyet (rablık) saltanatının şâşaasına şehadet ve hikmet ve hâkimiyetinin genişliğini ve büyük kudretinin haşmetini nidâ edip ilân ederler.
Şimdi âyet-i kerîmeye kulak ver: "Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik." (Kàf Sûresi, 50:6).
Sonra göğün yüzüne bak ki, nasıl bir sükûnet içinde sessizliği, hikmet içinde bir hareketi, haşmet içinde bir parlamayı, süs içinde bir tebessümü, yaratılıştaki düzenlilik ve san'attaki ölçü ve denge ile beraber göreceksin.
Göğün lâmbası olan güneşin parlamasıyla mevsimleri değiştirmek, kandili olan ayı göğün yüksek burcuna asıp aydınlatmak, yıldızları ışıl ışıl yakıp âlemleri süslendirmek, bu âlemi tedbir eden sonsuz bir saltanatın varlığını düşünce sahiplerine ilân eder.
İşte o herşeye gücü yeten Yaratıcı herşeyi her şe'niyle (haliyle) bilir. Onun iradesi herşeyi kaplar; dilediği olur, dilemediği olmaz. Herşeyi kaplayan zâtî ve mutlak kudretiyle herşeye gücü yeter. Nasıl şu günkü günde güneşin ışıksız ve ısısız olması mümkün ve mutasavver değilse, öyle de, Göklerin Yaratıcısı olan bir İlâhın kapsayıcı illim ve mutlak kudret sahibi olmaması mümkün değildir ve tasavvur olunamaz. Demek, zorunlu olarak, zâtına lâzım olan kaplayıcı ilmiyle O herşeyi her şe'niyle (haliyle) bilir. Öyle bir ilmin herşeye taallûku (bağı) lâzımdır ve hiçbir şeyin ondan gizlenmesi mümkün değildir; çünkü huzur ve şuhud ve nüfuz ve nuranî ihata vardır (yani herşey Onun huzurunda ve gözetimi altındadır. Güneşin ısısı gibi herşeye nüfuz eder ve herşeyi kapsamı içine alır).
Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfının Zeylinde ve Yirminci Mektubun İkinci Makamında izah edilmiştir.