وَاِلاَّ تَزْيِينَاتُ يَدِ بَيْضَۤاءِ صُنْعِهِ وَتصْوِيرِهِ وَتزْيِينِهِ وَتَنْوِيرِهِ بِلُطْفٍ وَكَرَمٍ * وَاِلاَّ اَزَاهِيرُ لَطَۤائِفِ لُطْفِهِ وَكَرَمِهِ وتَعَرُّفِهِ وَتَوَدُّدِهِ بِرَحْمَةٍ وَنِعْمَةٍ * وَاِلاَّ ثَمَرَاتُ فَيَّاضِ عَيْنِ رَحْمَتِهِ وَنِعْمَتِهِ وَتَرَحُّمِهِ وَتَحَنُّنِهِ بِجَمَالٍ وَكَمالٍ * وَاِلاَّ لَمَعَاتُ جَمَالٍ سَرْمَدِىٍّ وَكَمَالٍ دَيْمُومِىٍّ بِشَهَادَةِ تَفَانِيَّةِ الْمَرَايَا وَسَيَّالِيَّةِ الْمَظَاهِرِ، مَعَ دَوَامِ تَجَلِّى الْجَمَالِ عَلٰى مَرِّ الْفُصُولِ وَالْعُصُورِ وَاْلاَدْوَارِ، وَمَعَ دَوَامِ اْلاِنْعَامِ عَلٰى مَرِّ اْلاَنَامِ وَاْلاَيَّامِ وَ اْلاَعْوَامِ * نَعَمْ تَفَانِى الْمِرْاٰةِ زَوَالُ الْمَوْجُودَاتِ مَعَ التَّجَلّى الدَّائِمِ مَعَ الْفَيْضِ الْمُلاَزِمِ مِنْ اَظْهَرِ الظَّوَاهِرِ مِنْ اَبْهَرِ الْبَوَاهِرِ عَلٰى اَنَّ الْجَمَالَ الظَّاهِرَ اَنَّ الْكَمَالَ الزَّاهِرَ لَيْسَ مُلْكَ الْمَظَاهِرِ مِنْ اَفْصَحِ تِبْيَانٍ مِنْ اَوْضَحِ بُرْهَانٍ لِلْجَمَالِ الْمُجَرَّدِ لِلاِحْسَانِ الْمُجَدَّدِ لِلْوَاجِبِ الْوُجُودِ لِلْبَاقِى الْوَدُودِ * نَعَمْ فَاْلاَثَرُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالْبَدَاهَةِ عَلَى الْفِعْلِ الْمُكَمَّلِ. ثُمَّ الْفِعْلُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالضَّرُورَةِ عَلَى اْلاِسْمِ الْمُكَمَّلِ وَالْفَاعِلِ الْمُكَمَّلِ ثُمَّ اْلاِسْمُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِلاَرَيْبٍ عَلَى الْوَصْفِ الْمُكَمَّلِ * ثُمَّ الْوَصْفُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِلاَشَكٍّ عَلَى الشَّأْنِ الْمُكَمَّلِ * ثُمَّ الشَّأْنُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالْيَقِينِ عَلٰى كَمَالِ الذَّاتِ بِمَا يَلِيقُ بِالذَّاتِ وَهُوَ الْحَقُّ الْيَقِينُ
جَلَّ جَلاَلُهُ اللهُ اَكْبَرُ اِذْ هُوَ الْعَدْلُ الْعَادِلُ الْحَكَمُ الْحَاكِمُ الْحَكِيمُ اْلاَزَلِىُّ الَّذِى اَسَّسَ بُنْيَانَ شَجَرَةِ هٰذِهِ الْكَۤائِنَاتِ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ بِاُصُولِ مَشِيئَتِهِ وَحِكْمَتِهِ * وَفَصَّلَهَا بِدَسَاتِيرِ قَضَۤائِهِ وَقَدَرِهِ * [1]
san'at ve tasvirinin mucizeli kudret eliyle, lütuf ve keremle süsleyip aydınlattığı süslemeleri;
· lütuf ve kereminin ve teveddüd (sevdirmesinin) ve taarrüfünün (tanıttırmasının) lâtifelerinden rahmet ve nimetle tebessüm eden çiçekleri;
· rahmet ve nimetinin ve terahhum ve tahannününün (merhamet ve şefkatine müştak ettirmesinin) feyzinden cemal ve kemal ile tezahür eden meyveleri;
· ve, aynaların fâniliği ve yansıtıcıların gelip geçiciliğiyle beraber, onlarda yansıyan o mücerred ve kesintisiz güzelliğin bâki kalarak, gelip geçen mevsimler ve asırlar ve devirler üzerinde yansıma ve görüntülerinin ve gelip geçen mahluklar ve günler ve seneler üzerindeki nimetlendirmesinin devam edip gitmesinin şehâdetiyle, Onun cemal (güzellik) ve kemâlinin (olgunluk ve mükemmelliğinin) yansıması ve parlamasından başka birşey değildir.
Evet, aynaların fâniliği ve varlıkların gelip gitmesiyle beraber yansımaların ve ışıkların devam etmesi, bütün açığa çıkmış herşeyden daha açık bir surette, onlarda görünen güzelliğin aynalara ait olmadığına delâlet eder ve en açık bir dille ve en anlaşılır bir delille gösterir ki, o yansımalar, varlığı zorunlu olan Vâcibü'l-Vücudun ve varlığı daimî olan ve her bir vesileyle Kendini sevdiren Bâkî-i Vedûdun mücerred güzelliğinin ve aynalar üzerinde daima yenilenen ihsanlarının görüntüleridir.
Evet, eserin mükemmelliği, akıl sahipleri için, fiilin mükemmelliğine delâlet eder. Mükemmel fiil ise, anlayış sahipleri için, ismin mükemmelliğine delâlet eder. İsmin mükemmelliği, açıkca sıfatın mükemmelliğine; sıfatın mükemmelliği ise, zorunlu olarak şe'nin (sıfatların mahiyetlerinde bulunan zâtî özelliklerin) mükemmelliğine; şe'nin mükemmelliği ise, hakkalyakîn (yaşayarak elde edilen şüphesizlik) derecesinde bir kesinlikle ve o zâta lâyık bir şekilde, zâtın mükemmelliğine delâlet eder.
Dördüncü Mertebe
Celâli (haşmeti) yüce olan Allah, herşeyden sonsuz derecede büyüktür. Zira O, adaleti olan ve adaletiyle herşeyi dengeleyen öyle bir Adl-i Âdil ve her bir varlığın geneli hakkında küllî hüküm veren Hakem, O küllî hükmün icrasına hükmeden Hâkim, bütün sebepleri o küllî hükmün gerçekleşmesi için en yararlı yerlere sevk eden Hakîm ve zâtı sonsuz olan Ezelîdir ki, şu kâinat ağacının binasını, meşiet (dileme) ve hikmetinin asılları üzerinde altı günde tesis etmiş;