﴿وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذِى لَمْ يَتَّخّذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِى الْمُلْكِ وَلمْ يَكُنْ لَهُ وَلِىٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبّرْهُ تَكْبِيرًا ﴾ لَبَّيْكَ وَسَعْدَيْكَ *
جَلَّ جَلاَلُهُ اَللهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ قُدْرَةً وَعِلْمًا، اِذْ هُوَ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ الَّذِى صَنَعَ اْلاِنْسَانَ بِقُدْرَتِهِ كَالْكَائِنَاتِ، وَكَتَبَ الْكَائِنَاتِ بِقَلَمِ قَدَرِهِ كَمَا كَتَبَ اْلاِنْسَانَ بِذٰلِكَ الْقَلَمِ. اِذْ ذَاكَ الْعَالَمُ الْكَبِيرُ كَهٰذَا الْعَالَمِ الصَّغِيرِ مَصْنوعُ قُدْرَتِهِ مَكْتُوبُ قَدَرِهِ * اِبْدَاعُهُ لِذَاكَ صَيَّرَهُ مَسْجِدًا * اِيجَادُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ سَاجِدًا * اِنْشَاؤُهُ لِذَاكَ صَيَّرَ ذَاكَ مُلْكًا * بِنَاؤُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ مَمْلُوكًا * صَنْعَتُهُ فِى ذَاكَ تَظَاهَرَتْ كِتَابًا * صِبْغَتُهُ فِى هٰذَا تَزَاهَرَتْ خِطَابًا * قُدْرَتهُ فِى ذَاكَ تُظْهِرُ حِشْمَتَهُ * رَحْمَتُهُ فِى هٰذَا تَنْظِمُ نِعْمَتَهُ * حِشْمَتُهُ فِى ذَاكَ تَشْهَدُ هُوَ الْوَاحِدُ * نِعْمَتُهُ فِى هٰذَا تُعْلِنُ هُوَ اْلاَحَدُ * سِكَّتُهُ فِى ذَاكَ فِى الْكُلِّ وَاْلاَجْزَاءِ سُكُونًا حَرَكَةً * خَاتَمُهُ فِى هٰذَا فِى الْجِسْمِ وَاْلاَعْضَۤاءِ حُجَيْرَةً ذَرَّةً. * [1]
ÜÇÜNCÜ BAB
Allahu Ekber'in mertebelerine dairdir.
[Otuz üç mertebesinden yedi mertebeyi zikredeceğiz. O mertebelerden mühim bir kısmı Yirminci Mektubun İkinci Makamında ve Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfının âhirinde ve Üçüncü Mevkıfının evvelinde izah edilmiştir. Şu mertebelerin hakikatini anlamak isteyenler o iki Söze müracaat etsinler.]
Birinci Mertebe
"De ki: 'Hamd olsun o Allah'a ki, evlât edinmekten münezzehtir, mülkünde ortağı bulunmaz ve hiçbir şeyden de âciz değildir ki yardımcıya ihtiyacı olsun.' Ve hürmet ve tâzimle Onun yüceliğini an." (İsrâ Sûresi, 17:111).
Emret Allah'ım, emrini yerine getirmeye hazırız. Celâli (haşmeti) yüce olan Allah, ilmi ve kudretiyle herşeyden sonsuz derecede büyüktür. Zira O herşeyi yaratan öyle bir Hâlık ve yarattığı varlıklara birbirinden ayrı ve lâyık şekiller veren öyle bir Bâri' ve o varlıkları en güzel suretlere kavuşturan Musavvirdir ki, kudretiyle insanı bir kâinat gibi san'atlı yaratmış; ve insanı nasıl kader kalemiyle yazmışsa, kâinatı da aynen o kalemle yazmıştır. Çünkü şu büyük âlem olan kâinat, aynen bu küçük âlem olan insan gibi, Onun kudretinin san'at eseri ve kaderinin mektubudur. Herşeyi sonsuz san'at ve hikmetle yapan Sâni-i Hakîm şu büyük âlemi öyle bir surette yoktan var etmiştir ki, onu bir mescid şekline döndürmüş; ve bu küçük âlemi de öyle bir surette icad etmiştir ki, onu secde eden bir kul yapmıştır. Şu büyük âlemi bir mülk şeklinde inşa etmiş, bu küçük âlemi de bütün mülke muhtaç bir memlük olarak bina etmiştir. Onun büyük âlemdeki san'atı bir kitap şeklinde kendini göstermiş, insandaki sıbğası (boyası) ise hitap çiçekleri açmıştır. Onun kudreti, büyük âlemde rubûbiyetinin (rablığının) haşmetini gösterirken, küçük âlem olan insanda da nimetleri tanzim ediyor. Onun haşmeti büyük âlemde vahdâniyetine (zâtının birliğine) şehadet ederken, rahmeti de küçük âlemde Onun ehadiyetini (her bir varlıkta tecelli eden birliğini) ilân ediyor. O celâl (haşmet) sahibi San'atkâr, büyük âlemin tamamına ve nevilerin ve fertlerin hareket ve sükûnetlerine birer sikke-i vahdet (birlik mührü) koyduğu gibi, şu insanın cisim ve organlarına ve hücre ve zerrelerine dahi öylece birer hâtem-i vahdet (birlik mührü) basmıştır.