وَمَنْ اِسْتَنَدَ بِاْلاِيمَانِ إِلٰى النُّقْطَةِ اْلاُولٰى، وَاسْتَمَدَّ مِنَ النُّقْطَةِ الثَّانِيَةِ أَحَسَّ مِنْ أَعْمَاقِ رُوحِهِ لَذَائِذَ مَعْنَويَّةً وَأُنْسِيَةً مُسَلِّيَةً وَاِعْتِمَادًا يَطْمَئِنُّ بِهَا وِجْدَانُهُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ الْمُزِيلِ لِلْاٰلاَمِ عَنِ اللَّذَائِذِ الْمَشْرُوعَةِ بِإِرَاءَةِ دَوَرَانِ اْلاَمْثَالِ، * وَالْمُدِيمِ لِلنِّعَمِ بِإِرَاءَةِ شَجَرَةِ اْلاِنْعَامِ، * وَالْمُزِيلِ اٰلاَمَ الْفِرَاقِ بِإِرَاءَةِ لَذَّةِ تَجَدُّدِ اْلاَمْثَالِ * يَعْنِىِ أَنَّ فِى كُلِّ لَذَّةٍ اٰلاَمًا تَنْشَأُ مِنْ زَوَالِهَا * فَبِنُورِ اْلاِيمَانِ يَزُولُ الزَّوَالُ، وَيَنْقَلِبُ اِلٰى تَجَدُّدِ اْلاَمْثَالِ. وَفِى التَّجَدُّدِ لَذَّةٌ أُخْرٰى. فَكَمَا أَنَّ الثَّمَرَةَ إِذَا لَمْ تُعْرَفْ شَجَرَتُهَا تَنْحَصِرُ النِّعْمَةُ فِى تِلْكَ الثَّمَرَةِ * فَتَزُولُ بِأَكْلِهَا، وَتُورِثُ تَأَسُّفًا عَلٰى فَقْدِهَا * وَإِذَا عُرِفَتْ شَجَرَتُهَا وَشُوهِدَتْ، يَزُولُ اْلاَلَمُ فِى زَوَالِهَا لِبَقَۤاءِ شَجَرَتِهَا الْحَاضِرَةِ، وَتَبْدِيلِ الثَّمَرَةِ الْفَانِيَةِ بِأَمْثَالِهَا * وَكَذَا إِنَّ مِنْ أَشَدِّ حَالاَتِ رُوحِ الْبَشَرِ هِىَ التَّأَلُمَاتُ النَّاشِئَةُ مِنَ الْفِرَاقَاتِ * فَبِنُورِ اْلاِيمَانِ تَفْتَرِقُ الْفِرَاقَاتُ وَتَنْعَدِمُ، بَلْ تَنْقَلِبُ بِتَجَدُّدِ اْلاَمْثَالِ الَّذِى فِيهِ لَذَّة ٌ أُخْرٰى إِذْ ﴿ كُلُّ جَدِيدٍ لَذِيذٌ ﴾ * [1]
Lâkin, birinci noktaya istinad ve ikincisinden de istimdat eden adam, kalben ve ruhen pek çok zevk ve lezzetleri, ünsiyetleri hisseder ki, hem mütesellî, hem vicdanı mutmain olur.
Dördüncü nokta
İman nuru, lezâiz-i meşrûanın zevâle başladıkları zaman hasıl olan elemleri, emsalinin vücut ve gelmekte olduklarını göstermekle izale eder.
Ve kezâ, nimetlerin devam edip tenakus etmemesini, nimetlerin menbaını göstermekle temin eder.
Ve kezâ, firak ve ayrılmaların elemlerini, teceddüd-ü emsalinin lezzetini göstermekle izale eder. Yani zeval düşüncesiyle bir lezzette çok elemler olur ki, iman o elemleri teceddüd-ü emsaliyle ihtar ve izale eder. Maahâzâ, lezzetlerin teceddüdünde de başka lezzetler vardır. Evet, bir semerenin şeceresi olmasa, o semerede münhasır kalan lezzet, onun yemesiyle zâil olur ve zevâli de mûcib-i teessür olur. Fakat o semerenin şeceresi mâruf ise, o semerenin zevâlinden elem hasıl olmuyor; çünkü yerine gelen var. Ve aynı zamanda, teceddüd haddizâtında bir lezzettir.
Ve kezâ ruh-u beşeri en ziyade sıkan, ayrılmalardan neş'et eden elemlerdir. Nur-u iman o elemleri teceddüd-ü emsal ve tahaddüs-ü visâl ümidiyle izale eder.