وَبِأَنَّ السُّلْطَانَ اْلاَزَلِىَّ أَرْسَلَهُمْ مُوَظَّفِينَ اِلٰى دَارِ اْلاِمْتِحَانِ.. * فَمِنْ هٰذِهِ الْحَقِيقَةِ يَكُونُ ﴿ اَلْحَمْدُ ﴾ عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ الْمُزِيلِ لِلظُّلُمَاتِ عَنْ هٰذِهِ الْجِهَاتِ السِّتِّ أَيْضًا نِعْمَةً عَظِيمَةً تَسْتَلْزِمُ الْحَمْدَ. إذْ بِ ﴿ الْحَمْدِ ﴾ يُفْهَمُ دَرَجَةُ هٰذِهِ النِّعْمَةِ وَلَذَّتِهَا. * فَالْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى ﴾ الْحَمْدُ لِلّٰهِ فِى تَسَلْسُلٍ يَتَسَلْسَلُ فِى دَوْرٍ دَۤائِرٍ بِلاَ نِهَايَةٍ ﴿
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ الْمُنَوِّرِ لَنَا الْجِهَاتِ السِّتَّ * فَكَمَا أَنَّ اْلاِيمَانَ بِإِزَالَتِهِ لِظُلُمَاتِ الْجِهَاتِ السِّتِّ نِعْمَةٌ عَظِيمَةٌ مِنْ جِهَةِ دَفْعِ الْبَلاَيَا؛ كَذٰلِكَ أَنَّ اْلاِيمَانَ لِتَنْوِيرِهِ لِلْجِهَاتِ السِّتِّ نِعْمَةٌ عَظِيمَةٌ اُخْرٰى مِنْ جِهَةِ جَلْبِ الْمَنَافِعِ. فَاْلاِنْسَانُ لِعَلاَقَتِهِ بِجَامِعِيَّةِ فِطْرَتِهِ بِمَا فِى الْجِهَاتِ السِّتِّ مِنَ الْمَوْجُودَاتِ * وَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ يُمْكِنُ لِلاِنْسَانِ اِسْتِفَادَةٌ مِنْ جَمِيعِ الْجِهَاتِ السِّتِّ أَيْنَمَا يَتَوَجَّهُ * فَبِسِرِّ ﴿ فَأَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللهِ ﴾ تَتَنَوَّرُ لَهُ تِلْكَ الْجِهَةُ بِمَسَافَتِهَا الطَّوِيلَةِ بِلاَ حَدٍّ * [1]
Ve bunlar o mucizenin derece-i kıymet ve azametine ve Sultan-ı Ezelînin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf ettikleri nisbetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine Sultan-ı Ezelînin memleketine dönüp gideceklerini anlar ve bu anlayış nimetini kendisine îras eden iman nimetine "Elhamdü lillâh" diyecektir.
Mezkûr zulmetleri izale eden iman nimetine "Elhamdü lillâh" diye edilen hamd dahi bir nimet olduğundan, ona da bir hamd lâzımdır. Bu ikinci hamd'e de üçüncü bir hamd, üçüncüye dördüncü hamd lâzım. Böylece devam edip gider…
Demek, bir hamd-i vâhidden doğan hamdlerden ibaret gayr-i mütenâhi bir silsile-i hamdiye husule geliyor.
İkinci nokta
Cihât-ı sitteyi tenvir eden iman nimetine de "Elhamdü lillâh" demesi lazımdır. Çünkü, iman cihât-ı sittenin zulümatını izale etmekle def-i belâ kabilinden büyük bir nimet sayıldığı gibi, tabiî o cihât-ı sitteyi tenvir ettiği cihetle de celbü'l-menâfi kabilinden ikinci bir nimet sayılır. Binaenaleyh insan fıtrî bir medeniyete sahip olduğundan, cihât-ı sittede bulunan mahlûkatla alâkadar olur ve iman nimetiyle de cihât-ı sitteden istifade edebilmesi imkânı vardır.
Binaenaleyh, "Her nerede kıbleye yönelirseniz Allah'ın rızâsı oradadır." (Bakara Sûresi, 2:115) âyet-i kerîmesinin sırrıyla, cihât-ı sitteden herhangi bir cihette olursa insan tenevvür eder.