zuncu Söz'de, bu üçüncüsü ise Yirmi Dördüncü Mektup'da Kur'ân-ı Hakimin sırrıyla tamamıyla keşfedilmiş ve o muamma açılmıştır.
ON DOKUZUNCU MEKTUP: .... 129
Mu'cizat-ı Ahmediyeye (a.s.m.) dairdir. Üç yüzden fazla mu'cizatı beyan eder. Bu risale, risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.) mu'cizesini beyan ettiği gibi, kendisi de o mu'cizenin bir kerâmetidir ki; üç-dört nev' ile hârika olmuştur.
Birincisi: Nakil ve rivayet olmakla beraber, yüz elli sayfadanHaşiye fazla olduğu halde, kitaplara müracaat edilmeden ezber olarak dağ ve bağ köşelerinde, üç-dört gün zarfında, her günde iki-üç saat çalışmak şartıyla mecmuu on iki saatte telif edilmesi hârika bir vâkıadır ki; bu risaledeki mu'cizat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) bir şûle-i kerâmeti olmuştur.
İkincisi: Şu risale, uzunluğuyla beraber ne yazması usanç verir ve ne de okuması halâvetini kaybeder. Tembel ehl-i kalemi öyle bir şevk ve gayrete getirdi ki; bu sıkıntılı ve usançlı zamanda, bir sene zarfında civarımızda yetmiş adede yakın nüshaları yazıldı. O mu'cize-i risaletin bir kerâmeti olduğunu, muttali olanlara kanaat verdi.
Üçüncüsü: Acemi ve tevafuktan haberi yok ve bize de daha tevafuk tezahür etmeden evvel yazdıkları nüshalarda, lâfz-ı "Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm" kelimesi bütün risalelerde ve lâfz-ı "Kur'ân", beşinci parçasında öyle bir tarzda tevafuk etmeleri göründü ki; zerre miktar insafı olan tesadüfe veremez. Kim görmüş ise, kat'i hükmediyor ki: "Bu bir sırr-ı gaybidir, mu'cizat-ı Ahmediye'nin (a.s.m.) bir kerâmetidir."
Şu Risalenin başındaki esaslar çok mühimdirler.
Hem şu risaledeki ehâdis hem umumen eimme-i hadisce makbul ve sahih olmakla beraber, en kat'i hâdisat-ı risaleti beyan ediyorlar.
O risalenin bütün mezâyâsını söylemek lâzım gelse, o risale kadar bir eser yazmak lâzım geldiğinden, müştak olanları onu bir kere okumasına havale ediyoruz.
On Dokuzuncu Mektubun Beşinci ve Altıncı Nüktelerinin fihristesidir: 145, 155
Bu nükteler, umûr-u gaybiyeye dair hadislerin bir kaçını zikretmiştir. Hem Hazret-i Hasan (r.a.) ile Hazret-i Muaviye'nin (r.a.) muharebe ve musalâhasını; hem Hazret-i Ali (r.a.) ile Hazret-i Zübeyir'in (r.a.) muharebe edeceğini, hem ezvac-ı tâhiratın içinden birisinin mühim bir fitnenin başına geçeceğini, hem Hazret-i Ali'nin (r.a.) katlini haber vermiş. Hem Hazret-i Hüseyin'in (r.a.) Kerbelâ'da katlini; hem Zâtından (a.s.m.) sonra Âl-i Beyti katl ve nefye mâruz kalacaklarını; hem Hazret-i Ali'nin (r.a.) hilâfetinin tehirini; hem hilâfet niçin Âl-i Beyt-i Nebevi'de takarrur etmediğini; hem asr-ı saâdetin başına gelen o dehşetli fitnenin hikmetini; hem ehl-i İslâm, umum devletlere galebe çalacaklarını; hem Hazret-i Ebubekir (r.a.) ve Hazret-i Ömer'in (r.a.) mahiyet-i hilâfetlerini; hem müşrik Kureyş reislerinin nerede katlolunacaklarını; hem bir ay uzun mesafedeki Mûte Harbinden aynen haber verdiğini; hem Hazret-i Hasan'ın (r.a.) hilâfetini