Dört ayrı ayrı mebhastır. Bu dört mesele birbirinden uzak olduğundan, bu mektup perişan görünüyor. Bu perişan mektup münasebetiyle kardeşlerime ihtar ediyorum ki; bu küçük mektupları hususi bir sûrette, hususi bazı kardeşlerime yazmıştım. Büyük mektuplar meydana çıktıktan sonra, küçükler de umumun nazarına gösterilmesi lâzım geldi. Halbuki tanzimsiz, müşevveş bir sûrette idiler. Onlar ne hâl ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye me'zun değiliz. İşte bu On Birinci Mektup, perişan bir sûrette, birbirinden çok uzak dört meseleden ibarettir. Hem müşevveş, hem perişandır. Fakat, şairlerin ve ehl-i aşkın, zülf-ü perişaniyi sevdikleri ve istihsan ettikleri nev'inden, bu mektup da—zülf-ü perişan tarzında—soğuk tasannu karışmadan, hararet ve halâvet-i asliyesini muhafaza etmek niyetiyle kendi halinde bırakılmıştır.
Bu mektubun Birinci Mebhası, [1] اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا âyetinin bir sırrını tefsir ile vesvese-i şeytana müptelâ olan adamlara mühim bir ilaç ve merhemdir.
İkinci Mesele: Barla Yaylası, Tepelice, Çam, Katran, Karakavağın Bir Meyvesi olup Sözler mecmuasına yazıldığı için buraya yazılmamıştır.
Üçüncü ve Dördüncü Meseleleri
İ'câz-ı Kur'ân'a karşı medeniyetin aczini gösteren yüzer misallerden iki misâldir. Kur'ân'a muhalif olan hukuk-u medeniyet ne kadar haksız olduğunu ispat eden iki nümunedir.
Birinci misâl:
فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ اْلاُنْثَيَيْنِ [2] Mahz-ı adâlet olan hükm-ü Kur'ânî kıza sülüs veriyor. Medeniyet, irsiyet hususunda kızın hakkında fazla hak vermekle büyük haksızlık etmiş ve merhamete muhtaç kıza zulmetmiş olduğunu kat'i bir sûrette ispat ediyor.
İkinci misâl:
فَلاُمِّهِ السُّدُسُ [3] âyetinin bir sırrına dairdir ki; mimsiz medeniyet nasıl kıza hakkından fazla hak verdiğinden haksızlık etmiş; öyle de, valide hakkında hakkını kesmekle daha ziyade haksızlık ettiğini ve en muhterem bir hakikat olan validelik şefkatine karşı dehşetli bir haksızlık ve vahşetli bir hürmetsizlik ve cinayetli bir hakaret ve arş-ı rahmeti titreten bir küfran-ı ni'met ve hayat-ı içtimaiyenin tiryak gibi bir rabıta-i şefkatine bir zehir katmak hükmünde bir hatâ olduğunu ispat eder.