İKİNCİ NÜKTE
Eğer denilse: Şu tevafukat-ı gaybiye eğer bir meziyet-i belâğat olsaydı, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan belâğatlerin envâından en ileride olduğu gibi, bu nevide de en ileri olmak lâzım gelirdi. Eğer bir meziyet-i belâğat değil; neden büyük bir ikrâm-ı İlâhî sayıyorsunuz? Hem hangi kitap olursa olsun, bu nevi tesadüfat içinde çok bulunabilir.
Elcevap: Kur'ân-ı Hakîm اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ [1] sırrıyla, her zamanda bir milyondan fazla hafızların kalbinde mânen yazdırmak lâzım geldiği için, hıfzı çok işkâl edecek ve hafızları çok azaltacak olan şu nevi tevafukat-ı müteşabihe, Kur'ân-ı Hakîmde çok ileri gitmemiştir. Ehl-i hıfza, rahmet içinde mutabık-ı mukteza-yı hal bir mânevî belâğati, bu meziyet-i belâğatin terkiyle yapmıştır: Çok defa kısa kesmekle çok uzun mânâları ifade etmesi gibi. Hem şu tevafukat belâğat olmasa da, madem içinde eser-i kast ve şuur görünür. Kast ve şuur ise, bilmüşahede ve bil'itiraf, müellif ve müstensihlerin değil, elbette bir dest-i gaybînin tanzimiyledir. Ve o dest-i gaybînin bu tarz müdahalesi ise, alâmet-i kabuldür ve rızaya emâredir. Ve bu emâre de remzeder ki, yazılan hakikatler kusursuzdur, hak bir surette gösterilmiştir.
Ama sair kitaplarda şu nevi tevafukat bulunuşu tesadüfe verilebilir. Fakat şu risalelerdeki şuurlu tevafukat-ı gaybiyeyi, bütün gören zatların ittifakıyla, şuursuz tesadüfe havale edilemez. Ve verilmesine imkân verilmiyor. Hattâ en mühim iki müstensih ve bizler, değil ki bir risalenin umumunda, birtek sayfa kanaat verir ki, tesadüf karışamaz, haddi değildir. Çünkü misil olarak iki-üç kelime bulunur. Birbirine bakar öyle bir vaziyette ki, zahiren bir kast irae ediyor.
Meselâ, şimdi bakıyoruz, şu sayfada yaş lâfzı, üç defa tekerrür etmiş. Üçü öyle bir vaziyette birbirine bakıyor ki, şüphe bırakmaz ki, bir tanzim-i gaybîdir.