sıfâtında nazir ve şebih ve misli yoktur; öyle de, şuûnât-ı rububiyetinde misli yoktur. Sıfâtı nasıl mahlûkat sıfâtına benzemiyor; muhabbeti dahi benzemez.
Öyle ise, şu tabiratı müteşabihat nev'inden tutup deriz ki: Zât-ı Vâcibü'l-Vücudun vücub-u vücuduna ve kudsiyetine münasip bir tarzda ve istiğnâ-yı zâtîsine ve kemâl-i mutlakına muvafık bir surette, muhabbeti gibi bazı şuûnâtı var ki, miraciye macerasıyla onu ihtar ediyor. Mirac-ı Nebeviyeye dair Otuz Birinci Söz, hakaik-i miraciyeyi usul-ü imaniye dairesinde izah etmiştir. Ona iktifâen burada ihtisar ediyoruz.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
"Yetmiş bin perde arkasında Cenâb-ı Hakkı görmüş"[1] tabiri, bu'diyet-i mekânı ifade ediyor. Halbuki, Vâcibü'l-Vücud mekândan münezzehtir, herşeye herşeyden daha yakındır. Bu ne demektir?
Elcevap: Otuz Birinci Sözde mufassalan, burhanlarla o hakikat beyan edilmiştir. Burada yalnız şu kadar deriz ki:
Cenâb-ı Hak bize gayet karîbdir; biz Ondan gayet derecede uzağız. Nasıl ki, güneş, elimizdeki âyine vasıtasıyla bize gayet yakındır ve yerde herbir şeffaf şey, kendine bir nevi arş ve bir çeşit menzil olur. Eğer güneşin şuuru olsaydı, bizimle âyinemiz vasıtasıyla muhabere ederdi. Fakat biz ondan dört bin sene uzağız. Bilâ teşbih velâ temsil, Şems-i Ezelî, herşeye herşeyden daha yakındır. Çünkü Vâcibü'l-Vücuddur, mekândan münezzehtir. Hiçbir şey Ona perde olamaz. Fakat herşey nihayet derecede Ondan uzaktır.
İşte, Miracın uzun mesafesiyle, وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ [2] in ifade