var ve ıttılaı vardır. Sabık mu'cizâtı ve tevatürle kat'î macera-yı hayatı, şu hakikati ispat etmiştir. Öyle ise, kâhinler ve sair gaibden haber verenler gibi, onun haberlerine değil cin, değil ervah, değil melâike, belki Cibril'den başka Melâike-i Mukarrebîn dahi karışamıyor. Hattâ, ekser evkatta onun arkadaşı olan Hazret-i Cebrail'i dahi bazı geri bırakıyor.
ALTINCI ESAS: Hem o melek, cin ve beşerin seyyidi olan zât, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve rahmet-i İlâhiyenin timsali ve muhabbet-i Rabbâniyenin misali ve Hakkın en münevver burhanı ve hakikatin en parlak sirâcı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve muammâ-yı hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlâhiyenin dellâlı ve mehâsin-i san'at-ı Rabbâniyenin vassâfı; ve câmiiyet-i istidat cihetiyle, o zât mevcudattaki kemâlâtın en mükemmel enmuzecidir. Öyle ise, o zâtın şu evsâfı ve şahsiyet-i mâneviyesi işaret eder, belki gösterir ki, o zât kâinatın illet-i gaiyesidir. Yani, "O zâta şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icad etmeseydi, kâinatı dahi icad etmezdi" denilebilir. Evet, cin ve inse getirdiği hakaik-i Kur'âniye ve envâr-ı imaniye ve zâtında görünen ahlâk-ı âliye ve kemâlât-ı sâmiye, şu hakikate şahid-i katı'dır.
YEDİNCİ ESAS: Hem o burhan-ı hak ve sirâc-ı hakikat, öyle bir din ve şeriat göstermiştir ki, iki cihanın saadetini temin edecek desâtiri câmidir. Ve câmi olmakla beraber, kâinatın hakaikini ve vezâifini ve Hâlık-ı Kâinat'ın esmâsını ve sıfâtını, kemâl-i hakkaniyetle beyan etmiştir.