gördüler ki, Sürâka geliyor. Ebu Bekr-i Sıddık telâş etti. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm mağarada dediği gibi, لاَ تَحْزَنْ اِنَّ اللهَ مَعَنَا [1] dedi. Sürâka'ya bir baktı; Sürâka'nın atının ayakları yere saplandı, kaldı. Tekrar kurtuldu, yine takip etti. Tekrar atının ayaklarının saplandığı yerden duman gibi birşey çıkıyordu. O vakit anladı ki, ne onun elinden ve ne de kimsenin elinden gelmez ki ona ilişsin. "El-aman" dedi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm aman verdi. Fakat dedi: "Git, öyle yap ki başkası gelmesin."[2]
Şu hâdise münasebetiyle bunu da beyan ederiz ki: Sahih bir surette haber veriyorlar: Bir çoban, onları gördükten sonra Kureyş'e haber vermek için Mekke'ye gitmiş. Mekke'ye dahil olduğu vakit, niçin geldiğini unutmuş. Ne kadar çalışmışsa, hatırına getirememiş. Mecbur olmuş, dönmüş. Sonra anlamış ki, ona unutturulmuş.[3]
Üçüncü hâdise: Gazve-i Gatfan ve Enmar'da, müteaddit tariklerle eimme-i hadîs haber veriyorlar ki: Gavres isminde cesur bir kabile reisi, kimse görmeden, tam Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın başı üzerine gelerek, yalın kılıç elinde olduğu halde, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma dedi: "Kim seni benden kurtaracak?" Demiş: "Allah." Sonra böyle dua etti:
اَللّٰهُمَّ اكْفِنِيهِ بِمَا شِئْتَ [4] Birden o Gavres, iki omuzu ortasına gaibden bir darbe
yer, o kılıç elinden düşer, yere yuvarlanır. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm kılıcı eline alır, "Şimdi seni kim kurtaracak?" der, sonra affeder. O adam gider taifesine. O pek cür'etkâr, cesur adama herkes hayrette kalır. "Ne oldu sana? Niçin birşey yapamadın?" dediler. O dedi: "Hâdise böyle oldu. Ben şimdi insanların en iyisinin yanından geliyorum."[5]
Hem şu hâdise gibi, Gazve-i Bedir'de bir münafık, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı bir gaflet vaktinde, kimse görmeden, tam arkasından kılıç kaldırıp vururken, birden Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bakmış. O titreyip, kılıç elinden yere düşmüş.[6]
Buharî, Menakıb: 25; Müslim, Zühd:75; İbni Hibban, Sahih, 65, 9:11.
Buharî, Cihad: 84, 87, Mağâzî: 31, 32; Müslim, Salâtü'l-Müsâfirîn: 311, no. 843; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:347, 348; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 9:7-8; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:29-30.