imamları başta olarak, kütüb-ü sahiha, nakl-i sahihle, meşhur Ebu Katâde'den haber veriyorlar ki:
Ebu Katâde diyor: Mûte gazve-i meşhuresinde, reislerin şehadeti üzerine, imdada gidiyorduk. Bende bir kırba vardı. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm
bana ferman etti: اِحْفَظْ عَلَىَّ مِيضَئَتَكَ فَسَيَكُونُ لَهَا نَبَأٌ عَظِيمٌ
Yani, "Kırbanı sakla; onun büyük işi var." Sonra susuzluk başladı. Yetmiş iki kişi idik. (Taberî'nin nakline göre, üç yüz idik.) Susuz kaldık. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dedi: "Kırbanı getir." Ben getirdim. O da aldı, ağzını ağzına getirdi. İçine nefes etti, etmedi, bilmem. Sonra yetmiş iki kişi geldiler, içtiler, kaplarını doldurdular. Sonra ben aldım; verdiğim gibi kalmıştı.[1]
İşte, şu mu'cize-i bâhire-i Ahmediyeyi (a.s.m.) gör, اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ الْمَۤاءِ [2] de.
YEDİNCİ MİSAL: Başta Buharî ve Müslim olarak, kütüb-ü sahiha, Hazret-i İmran ibni Husayn'dan haber veriyorlar ki:
İmran der: Bir seferde, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ile beraber susuz kaldık. Bana ve Ali'ye ferman etti ki: "Filân mevkide bir kadın, iki kırba suyu hayvana yükletmiş, gidiyor. Alıp buraya getiriniz." Ben ve Ali beraber gittik; aynı yerde kadını su yüküyle bulduk, getirdik. Sonra emretti: "Bir kaba, bir parça su boşaltınız." Boşalttık. Bereketle dua etti. Sonra, yine suyu o hayvandaki kırbaya koyduk. Ferman etti ki: "Herkes gelsin, kabını doldursun." Bütün kàfile geldi, kaplarını doldurdular, içtiler. Sonra ferman etti: "Kadına birşeyler toplayınız." Kadının eteğini doldurdular.
İmran diyor ki: Ben tahayyül ediyordum ki, gittikçe iki kırba doluyor, daha ziyadeleşiyor. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm o kadına ferman etti ki:
اِذْهَبِى فَاِنَّا لَمْ نَاْخُذْ مِنْ مَۤائِكِ شَيْئًا وَلٰكِنَّ اللهَ سَقَانَا
Yani, "Senin suyundan almadık. Belki Cenâb-ı Hak bize hazinesinden su içirdi."[3]
SEKİZİNCİ MİSAL: Başta meşhur İbni Huzeyme, Sahih'inde, râviler Hazret-i Ömer'den naklediyorlar ki:
Müslim, Mesâcid, 311.
Buharî, Teyemmüm: 6, Menâkıb: 25; Müslim, Mesâcid: 312; Müsned, 4:434-435; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 4:216, 6:130.