verdikten sonra, yine, bir senede bağdan gelen mahsulât kadar harmanda kaldı. Bir rivayette, bütün guremâya verdiği kadar kaldı. O hâdiseden, borç sahipleri olan Yahudiler çok taaccüp edip hayrette kaldılar.[1]
İşte şu mu'cize-i bâhire-i bereket, yalnız Hazret-i Câbir gibi birkaç râvilerin haberi değil. Belki mânevî tevatür hükmünde, o hâdise ile münasebettar, hadd-i tevatür derecesinde çok adamları temsil ederek rivayet etmişler.
ON BEŞİNCİ MİSAL: Başta Tirmizî ve İmam-ı Beyhakî gibi muhakkikler, Hazret-i Ebu Hüreyre'den nakl-i sahihle beraber haber veriyorlar ki:
Ebu Hüreyre demiş ki: Bir gazvede (başka bir rivayette, Gazve-i Tebük'te), ordu aç kaldı. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti: هَلْ مِنْ شَىْءٍ "Birşey var mı?" diye emretti. Ben dedim: "Heybede bir parça hurma var." (Bir rivayette, on beş tane imiş.) Dedi: "Getir." Getirdim. Mübarek elini soktu, bir kabza çıkardı, bir kaba bıraktı, bereketle dua buyurdular. Sonra onar onar askeri çağırdı, umumen yediler. Sonra ferman etti:
خُذْمَا جِئْتَ بِهِ وَاقْبِضْ عَلَيْهِ وَلاَ تَكُبَّهُ * [2]
Ben aldım, elimi o heybeye soktum. Evvel getirdiğim kadar elime geçti. Sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hayatında, Ebu Bekir ve Ömer ve Osman hayatında o hurmalardan yedim. (Başka bir tarikte rivayet edilmiş ki: O hurmalardan kaç yük, fî sebilillâh sarf ettim. Sonra Hazret-i Osman'ın katlinde o hurma, kabıyla nehb ve garat edildi, gitti.)
İşte, hoca-i kâinat olan Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâmın kudsî medresesi ve tekkesi olan suffenin demirbaş bir mühim talebesi ve müridi ve
Buharî, Vesâyâ: 36, Büyû': 51, Sulh: 13, İstikraz: 18; Nesâî, Vesâyâ: 3, 4; Müsned, 3:313, 365, 373, 391, 395, 398; İbni Hibban, Sahih, 8:167; es-Sâ'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, 22:60; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:295.