Sonra, Sâni-i Hakîmin san'atının mu'cizeleriyle kendini tanıttırmasına karşı, hayret içinde, mârifetle mukabele ettiler. Dediler ki: سُبْحَانَكَ [1] "Ey Sübhanımız! Seni, hakk-ı mârifetinle nasıl tanıyabiliriz? Senin tarif edicilerin, bütün masnuatındaki mu'cizelerindir."
Sonra, rahmetinin meyvelerinin müzeyyenleriyle kendini sevdirmesine karşı, aşk ve muhabbetle mukabele ettiler.
Sonra, nimetinin lezizleriyle terehhum ve taattufunu göstermesine karşı, şükür ve hamd ile dediler ki: سُبْحَانَكَ "Ey Sübhanımız! Senin hakk-ı şükrünü nasıl eda ederiz?" diyerek, bütün kâinattaki bütün ihsanatın fasih lisân-ı hâlleriyle ettikleri şükür ve senalarını, hem çarşı-yı âlemde dizilmiş ve zeminin yüzüne serpilmiş bütün nimetlerin ilânatıyla yaptıkları hamd ve medihlerini, hem rahmet ve nimetin semerat-ı manzume ve mevzunelerinin cûd ve keremine şehadetleriyle ettikleri şükürlerini kendi namlarına enzar-ı mahlûkat önünde eda ederler.
Sonra, şu kâinatın mezahirinde ve şu mevcudât-ı seyyalenin âyinelerinde cemâl ve celâl ve kemâl-i kibriyâsının izharına karşı, mahviyet içinde muhabbet ve hayretle secde edip mukâbele ettiler.
Sonra servetinin kesretini ve rahmetinin vüs'atini irae etmesine karşı, fakr ve hâcetlerini izhar ve sual etmekle mukabele ettiler.
Hem, san'atının lâtifelerini ve hârikalarını ve antikalarını sergilerle meşhergâh-ı enamda teşhir etmesine karşı, takdir ve istihsan ve müşahede ve şehadet ve işhad ile mukabele ettiler.