Bu sırdandır ki bizde sülûk tevazudan başlar, mahviyetten geçer, fenâ fillâh makamını görür, gayr-ı mütenahi makamatta sülûke başlar. Ene ve nefs-i emmare kibriyle, gururuyla söner. Hakikî Hıristiyanlık değil, belki tahrif ve felsefe ile sarsılmış Hıristiyanda "ene" levazımatıyla kuvvetleşir. Enesi kuvvetli, müteşahhıs, rütbeli makam sahibi bir adam Hıristiyan olsa mütesallib olur. Fakat Müslüman olsa lâkayt olur.
ba
Kuvveden fiile geçmek olan faaliyetteki şedit ve mütenevvi lezzet, tegayyür-ü âlemin mâyesi ve kanun-u tekâmülün nüvesidir. Zindandan bostana çıkmak, daneden sümbüle geçmek, aynı lezzettir. Faaliyet istihaleyi tazammun etse, lezzet tezayüd ederek taşar. Vazifedeki külfeti taşıttıran o taddır. Zîşuura nispeten gayetteki kemâl ne kadar câzibedarsa, "lâ müdrike"ye nispeten nefs-i faaliyet öyle de cazibedardır, sa'ye sevk eder. Bu sırdandır ki, rahat zahmettir, zahmet rahattır.
Hırs ile aculiyet, sebeb-i haybettir. Zira mürettep basamaklar gibi fıtrattaki tertibe, teselsüle tatbik-i hareket etmediğinden, harîs muvaffak olamaz. Olsa da, tertib-i câlisi bir basamak kadar seyr-i fıtrîden kısa olduğundan, ye'se düşüp gaflet bastıktan sonra kapı açılır. Allah kalbin bâtınını iman ve mârifet ve muhabbeti için yaratmıştır. Kalbin zahirini sair şeylere müheyya etmiştir.