müderrislerin ellerine veriyorum, gönderiyorum. Diğerinde dâü'l-husumet ile ihtilâl sıtması var. Ben de fikr-i milliyeti uyandırarak, ışıklandırarak, tiryâk-misâl adalet ve muhabbeti o nur ile mezc ettirerek, sulfato-misâl bir ilâç veriyorum. İşte böyle bir hekimdir ki, vatan hastahânesinde, bîçare etfâli helâktan halâs eder. Hâ, hükûmet-i meşrutanın timsâl-i nûrânîsi
كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ * [1]
sırrınca, her bir büyük adam, bu düsturu nazara almak gerektir.
Sual: Derman, dermandır; neden zehir olsun?
Cevap: Bir derdin dermânı başka bir derde zehir olabilir. Bir derman hadden geçse, dert getirir.
Sual: Ne diyorsun? اِسْتَحْسَنْتَ ذَا وَرَمٍ [2] Hâl-i hâzırın eskisi gibi çok fenalığı var, bize zulmeder; hem de zaafta, kuvvetsizlikte eskisine benzer. Demek, târif ettiğin meşrutiyet daha bize selâm etmemiş; ta ki, biz de "Ehlen ve sehlen" desek?
لاَ بَلِ اسْتَسْقَيْتُ اُسْكُوبًا وَاسْتَسْعَيْتُ يَعْبُوبًا وَاسْتَحْسَنْتُ حَوْرَۤاءَ وَمَدَحْتُ حُرِّيَّةً حُرَّةً حُورِيَّةً * [3]
Cevap:
Fakat, sizin dîvâneliğinizden korkmuş, gelememiş. Zulüm, meşrutiyetin hatâsı değil, belki kafanızdaki cehâletin zulmetindendir. Siz dîvânelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz. Küdân ve Mâmehuran aşiretleri, daha asker gelmeden, alâküllihâl vermeye mecbur olan emvâl-i emiriyeyi hazır etse idiler, şu kadar zulüm olmayacaktı. Evet, bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.