وَلَوْلاَ تَكَالِيفُ الْعُلٰى وَمَقَاصِدُ * عَوَالٍ وَاَعْقَابُ اْلاَحَادِيثِ فِى غَدٍ * لاََعْطَيْتُ نَفْسِى فِى التَّخَلِىّ مُرَادَهَا * وَذَاكَ مُرَادِى مُذْ نَشَئْتُ وَمَقْصَدِي * وَاَكْتُمُ اَشْيَاءً وَلَوْ شِئْتُ قُلْتُهَا * وَلَوْ قُلْتُهَا لَمْ اُبْقِ لِلصُّلْحِ مَوْضِعًا * [1]
Tenbih: MEDENİYETTEN İSTİFAM, sizi düşündürecek. Evet, böyle istibdat ve sefahete ve zilletle memzuç medeniyete, bedeviyeti tercih ediyorum. Bu medeniyet, eşhası fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat hakikî medeniyet, nev-i insanın terakki ve tekemmülüne ve mahiyet-i nev'iyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğinden, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir.
Hem de mânâ-yı meşrutiyete iptilâ ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asya'nın ve âlem-i İslâmın istikbalde terakkisinin birinci kapısı meşrutiyet-i meşrua ve şeriat dairesindeki hürriyettir. Ve talih ve taht ve baht-ı İslâmın anahtarı da meşrutiyetteki şûrâdır. Zira, şimdiye kadar üç yüz yetmiş milyon İslâm ecanibin istibdad-ı mânevîsi altında eziliyordu. Şimdi hâkimiyet-i İslâmiye, âlemde, bahusus bundan sonra Asya'da hükümfermâ olduğu halde, her bir ferd-i Müslüman hâkimiyetin bir cüz-ü hakikîsine mâlik olur. Ve hürriyet üç yüz yetmiş milyon İslâmı esaretten halâs etmeye bir çâre-i yegânedir. Farz-ı muhal olarak, burada yirmi milyon nüfus, tesis-i hürriyette çok zarardîde olsalar da, feda olsunlar. Yirmiyi verir, üç yüzü alırız.